Ankara Saldırısında 3. El
Şüphesi: Araç Uzaktan mı Patlatıldı?
Bir
haber:
“Ankara
Kızılay'daki bombalı saldırıda kullanılan araçta yapılan kriminal incelemede,
otomobilde çifte düzenek bulunduğu, ateşleme düzeneğinin birisinin araçta,
diğerinin ise uzaktan kumandalı olduğu belirtiliyor. Bugün basına yansıyan bu
bilgiye göre, saldırı sırasında olay yerinde bulunan ve gözcülük yaptığı
belirlenen üçüncü bir kişi söz konusu ve aracın uzaktan kumandayla patlatıldığı
ihtimali gündemde.”
Öyle
değil tabii ki...
Fiilen
Türkiye’de ilk kez 1993’te Uğur Mumcu’yu öldüren bombada kullanılan, kurmaca
olarak ise, daha eski bir örnek olan yurtdışı olaylı, ‘Küçük Trampetçi Kız’daki
düzenek sözkonusu.
John le
Carre, meslekten gelen bir yazar olduğu için, bu düzeneği biraz daha önce
öğrenmiş olmalı. 1960’larda bu düzenek yoktu veya kullanılmıyordu bariz olarak.
(Belki de, polis henüz duruma aymamıştı.)
Ayrıca,
bu ikileme ve çoklama dizisi, 1 +
1’den, en sonki terör olaylarında 4 + 4 durumuna kadar geldi.
Öyküde
İsrailliler’e karşı Filistinliler kullanır bunu. Ancak, Dünya’da bomba tasarlayacak
zekada ve yetenekte az insan vardır. Bekaa Vadisi’nde bunlar, her türden
teröristi az uzaktaki kamplarda yanyana eğitirdi 1970’lerde, aynı kişiler yani.
Türkiye’den kişiler bile oralarda eğitim aldılar.
Ayrıca,
canlı bombanın Tamil icadı olup, Filistinliler’e mal edilmesi gibi, bu da taa
2. Dünya Savaşı’ndan kalma bir yöntem bile olabilir.
Sonra, anonim bilgi olup globalleşmiştir.
Bu,
yavaş hızlı epistemik viralite,
imlenmesi gereken bir durum.
Atlı
savaş arabalarının veya tatar yayının yayılması da, buna benzer süreçlerden
geçti tarih içinde. Tatar yayına bin yıl aradan sonra geri dönülmesi gibi bir
durum sözkonusu olduğundan dolayı, 30 yılllık bilginin yeniden geri dönüşü de sözkonusu
olabilir burada.
İkili
düzenek neden?
Biri
patlatmazsa, diğeri patlatsın diye.
Ama bu
da, yapanı ele veren bir bulgu aynı
zamanda.
Ankara
patlamasında da, hem kişisel-doğrudan patlatma, hem de uzaktan patlatma
düzeneği birarada olabilir veya olmuş olmalı.
Bu da,
bombacıları yakalatacak bir upucu olabilir.
O
nedenle bombacıların, birincisi
patlayınca, ikincisinin de yok olacağı yeni bir ikili düzenek icadı
gerekli. Yoksa, olmuş armut gibi yakalanırlar.
(16 Mart 2016)
Yeni Bir Alaturka Kültür Momenti
Devletsizlik
denetimsizliğindeki artan talan eğilimi, inkar kültü ve sınıf atlama eğilimi
birleşince, ortaya neo-alaturka bir harp
zengini olma eğilimi vektörü çıktı gibi.
Henüz,
konturları belirginleşmiş ve formu kesinlik derecesinde oluşmuş denemez pek.
Limitine
yavaş yavaş varmakta olan bir tür Brown hareketi / titreşimi gibi. Aynı yöndeki
titreşim vektörcükleri toplanıyor gibi.
Bu, felaket
koşullarında daha önceki davranış örüntülerinde belirtilmeyen, kitlenin talan eğilimini de imliyor.
Talancıların oranı önemli değil, hasarı belli ama. Ancak, üst düzey felaket
talancıları, gerçekten istisna oranda gibi.
Bunun
için açıklama anekdot notlar:
150 bin
kişilik İzmit-Gölcük merkezinde, 1999 depreminde, askerce yasaklandığı halde,
talan yaparken yakalanıp kurşuna dizilip öldürülen insan sayısı 150 imiş
(birinci elden ve içeriden bilgi). 150 bin kişiyi, büyükkent için 1,5 milyon da
sayabiliriz belki ve o zaman oran onda bire daha iner.
Bunlar,
halkın moralini bozucu ama felaket fiziksel koşullarını daha kötüleştirici
olmayan ikilikte.
İnsanlar,
boşa yönelik şiddet ve intikam hissi kazandıkları için, onlar öldürülüyorlar.
Kitlenin felaket ertesiki direncini yok ediyorlar çünkü.
Bir de
şu var:
Yıkık
binaların demirini almak bir şey değil, bunun için Samsun’dan İzmit’e gitmek berbat
(bu da tv haberiydi).
Bir de
şu var:
1964
gibi, Dünya’da deprem koşullarında en
yüksek dayanışma gösteren kültür çıkmıştık. 1999’da ise dip vurmuştuk. Bu
ikisi arasındaki farkın tümünü, neo-liberalizme bağlamak zor. Kitlenin
teşneliği sözkonusu, sürü psikolojisi sözkonusu, genel yardımcıysa yardımca,
genel talancıysa talancı olmak gibilik sözkonusu. Ki bu da, davranış viral-yayılımı demek.
Nokta.
Es.
Bu
alanı, daha çok çok gözlemem ve notlamam gerek. Bu metin, yalnızca bir ipucu
oldu.
(16 Mart 2016)
Mahkeme Ateist Aileyi Haklı
Buldu: Çocuk Zorunlu Din Dersine Girmeyebilir
Bir
haber:
“Antalya'nın
Kumluca ilçesinde bir ilkokulda dördüncü sınıf öğrencisinin anne ve babası,
ateist oldukları gerekçesiyle çocuklarına verilen zorunlu ‘Din Kültürü ve Ahlak
Bilgisi’ dersinden muaf tutulmasına ilişkin açtıkları davayı kazandılar.”
Vay be.
Hem de AKP TC’sinde.
Bravo o
aileye. Bravo o mahkeme heyetine.
Benzeri
bir durumu, kendim lisede 14 yaşında yaşamıştım. Annem de, babam da ateist
değil ve din dersine girmek istemedim.
Babamın
imzasını taklit edip, kendime izin kağıdı yazdım. Din derine de 3 yıl boyunca
girmedim.
En son
2010 gibi, nüfus kağıdında din hanesi boş bıraktırılabilir, diye izin çıkınca,
nüfus müdürlüğüne gittim. İnfialle karşılandım. İşi yapamayacağımı anlayıp,
gerisin geri döndüm kös kös.
Nüfus
kağıdında dini olan bir ateistim şu an. Müslümanlar da cennete gidiyor
herhalde, bir ateisti Müslüman diye zorla kaıtlı tuttukları için.
Bunlar
bireysel mücadeleler.
Bunları
bir tarafa bırakalım. Gelelim sadede. Bakalım partilere:
MHP ve
AKP’den ateist milletvekili adayı beklenmez.
Peki ya
CHP ve HDP?
Ateistler;
Çingeneler’den, eşcinsellerden, sosyalistlerden daha mı az özgürlük hakkına
sahip bu 2 partiye göre?
Demirtaş,
namaz kılacağına, bu soruyu yanıtlasın önce.
Kılıçdaroğlu’nu
ise pas geçiyorum. Hani, düz yola koysan, partiyi batıracak biri benim için
kendisi, o kadar berbat yani.
E tabii
ki:
Sevgilim,
gelecektir bu memlekete hürriyet...
Ve
fekat, ben göremeyeceğim oni...
Dipnot:
Resmen %
2’yiz. Yani, yukarıda sözü geçenlerden daha çoğuz ama azınlık olarak çokluk geyiği yapmayacağım. Kürt lümpeni değilim sonuçta.
(17 Mart 2016)
Facebook Monoloğu
Savaş,
terör gidişine karşı 2 tuhaf tepki var çevremde: Bir: Tümüyle inkar. İki:
Kilitlenme. Ancak, insanların hemen tamamı, başkalarına göre pozisyon almak
gibi bir eğilim içinde aynı zamanda. Bunların hepsi birarada, çekme ve itme
hesaba katılırsa, kaotik davranış
pertürbasyonları demek. AKP, balyozunu sertleştirecek ki sanırım o zaman
inkar artar, çünkü tarih öyle söylüyor. Fethullahçılar bitti, Kürtler bitti,
üçüncü kurban dalgası kim olacak bakalım? Cumhuriyet gazetesi deniyor ama o çok
küçük bir lokma olur. Aydın Doğan'ın olmaması ilginç oldu örneğin.
+
Ekonomi
ve kültür olarak, reformasyon ve restorasyon limitini geçtik tümüyle. Ancak şu
olabilir: AKP'nin hasarı, 2018-üniversite kuşağına özgürlük vakumu açabilir
belki. Yoksa Türkler, Araplar'dan beter olmak üzereler. Küllüm mafiş olduk.
+
Kendimi,
tarihten sürekli sopa yiyen bir Niyazi gibi hissediyorum. Hıyar gibi yani.
+
Polyanna'cılık
oynayayım: Yahu, iyi ki intihar
yetim yok. Yoksa, bir de erken ölecektim. Şimdi mal mal sinirleniyorum hiç
olmazsa.
+
Sinirlenince
de, Puik gibi kaşınıyorum. Bu, ürtiker beni deli ediyor.
(17 Mart 2016)
Suriye Kürt Federasyonu Kuruldu
Bir
haber:
“Suriye'deki
Kürtler’in ülkenin kuzeyinde federalizm ilan ettiği açıklandı. Kürtlerin
kontrolündeki üç kanton da federalizme onay verdi.”
Oohh...
Suyundan
da koy...
ABD,
karşı çıkıyormuş gibi yapıp, es geçecek.
AB,
kendi derdinde.
TC ve
Erdoğan, hobareyyy dalacak...
Herhalde
16-17.03.16 gecesi Saray, komple göbek atmıştır sevinçten.
Ahan da,
size savaş nedeni...
Ahan da,
size olağanüstü-olağanüstü durum...
Ahan da,
nah size seçim...
Başkanlık
desen, oğğ yeeğğğ...
Salih
Müslim ve Abdullah Öcalan ikilisi, MİT
eş başkanları yapılmalı bence. Hakan Fidan’ı bile aştılar çünkü.
Savaş
çıkacak mı?
Zaten
vardı. Yangına benzin döküldü.
Terör
artacak mı?
Zaten
vardı. Yangına benzin döküldü.
İngilizler’in
dediği gibi:
Tecavüz
kaçınılmazsa, zevk almaya bakın.
İşin
zevkli bölümü şu:
Hem
Musul, hem Kobani savaşları var şimdi.
Bu, her
ne olacaksa, zamansal olarak yarıya veya
çeyreğe düştü demek olacak. Zaten, Erdoğan’ın da çok zamanı yok elinde. O
nedenle, çok acımasız olacak. Gerçek
Acımasız.
2011-2016
Arap baharatı yerine, 2016-2017 Türk-Kürt baharı.
Pu ha
haa...
İlk
tahmin:
Kürtler
ilk etapta 200 bin ölü, Türkler ilk etapta 50 bin ölü.
Putin,
acilen neden tüymüş anladınız mı?
Ayak
altında dolanıp da, bomba yememek için abisi...
Erdoğan
kadrosu, bu savaşı kazanabilir mi?
Şu anda kazanılabilir savaş yok. Durdurulabilir savaş da.
Kör dövüşü var yalnızca...
Erdoğan,
Allah’ından istedi 1 göz, Allah ona verdi 2 göz.
2 savaş
yani...
En
önemlisi şu:
PKK-IŞİD
işbirliği mi yapacak, iş bölümü mü, kan davası mı?
Zurnanın
zırt deliği burası.
Ama:
Bence hepsi Pepsi...
Troçki:
Siz,
savaşla ilgilenmeyebilirsiniz ama savaş sizinle ilgilenir.
Anonim:
Trajediler
yinelenince, komedi olur. Trajikomedi yani.
Hem gül,
hem ağla yani.
Gül’e
güle güle yani.
Tek
taşla çok kuş yani.
Dipnot
1:
Fotoğraftaki
Türkçe ibareler, PKK-PYD işbirliğinin kendi dilleriyle itirafıdır.
Dipnot
2:
Artık
rahat rahat, hain evlat Ökkeş tahminlerimi yazabilirim.
(17 Mart 2016)
Hollandalılar, İngilizler,
Çingeneler, Türkler
Uzun
hikaye. Karışık hikaye. Bazı yerleri muğlak hikaye.
Bir:
İspanya’ya
maç için giden Hollandalılar, oradaki Çingene göçmenlere, sadaka parayla şınav
çektirdi.
Bu
İngilizler’in genleri, 10-20 ulusun geninin melezi olan bir karışım. Çingeneler
safkan ama.
Sonra
bir Türk, oraya gidip, bu Çingeneler ile ropörtaj yaptı.
Ortaya
çıktı ki bu Çingeneler, İspanya’ya Türkiye İstanbul Soğanlık’tan gitmişler.
Sorun şu
ki bu Çingeneler, Kuzey Hindistanlı tipli değil. Daha çok Sırbistan esmeri
tipli.
Not: Bu
hikayenin tamamlanması ve yazılması uygun olacak.
İki:
Aynı
davranışı, aynı hafta, yine İspanya’da, yine maç için giden İngilizler yineledi
bu kez.
Malumunuz
biz Türkler, gereğinden çok dilenciperveriz,
boş bırakmayız onları.
Örneğin,
fakir Suriyeliler’e sadaka veren çok Türk gördüm ama hiç zengin Suriyeli
görmedim son 3 yıldır.
Yine biz
Türkler, İstanbul’daki Afrikalı göçmenlere ‘şopar’ demeyiz ama ilginç biçimde
Çingeneler, öyle diyorlar, kendilerine öyle dendiği için herhalde.
Bu, bir ‘it ite, it de kuyruğuna’
durumu.
Ancak,
Angllar’a giren çıkan ne?
Tamam,
ülkelerinin en lümpen kesimi futbol seyircisi olmakta.
Bu
lümpenler, İstanbul’a süper kupa finali için geldiklerinde, Taksim Meydanı’nda,
sabahın köründe, kasa kasa bira içip, tekel bayilerini zengin etmişlerdi.
Ve aynen
filmlelerdeki gibi, Obelisk (Oburisk) tipli, 1.90 boylu, 150 sm belli, süt
beyazı ten gibi, acaip bir karışımda tiplerdi.
Ancak,
başkalarını gülünç duruma düşüreceğim derken, kendileri feci gülünç durumdalar.
2 videolardakiler de öyle.
Biz
Türkler, pek o kadar standart tipli içmeyiz. En azından ‘öpiyim abü’ ve
‘döverim leyn’ tipimiz vardır ayrı ayrı.
Bunlar
standart sarhoş: Futbol fanatiği
karikatürü.
Tüm
bunları şunun için azdık:
Yeni
Kavimler Göçü’nde, 1. Dünyalılar’ın da
böyle dip-dip banalitede davranışları var.
Yani:
Sanıldığının
tersine, eski aristokratlar ve yeni %o
1’ler bile bayağı olurlar.
Zaten
hizmetçilerinden çocuk yapmak, özellikle sakat
metres bulmak gibi fantazileri bol bol yaşadıkları kayda geçmiştir.
Yani:
Dünya’nın tek ‘Shit-Will-Age’i
İstanbul değil bu
sıralar...
Ne yazık
ki oralara gidip, onları da yazamıyoruz. Midemiz, hepsini kaldırmaz zaten...
Dipnot:
Yukarıdaki
metin yazıldıktan 1 gün sonra, seyirci-turist Çekler, deplasmanda dilencilerin
üzerine işediler. Midemiz gerçekten kaldırmaz bunları ve bu yaştan sonra katil
olmak istemeyiz.
(17 Mart 2016)
Suriye Kürt Federasyonu Kuruldu:
Tepkiler
Rusya ve
ABD, ilandan daha önceden tepkilerini belirtti:
Rusya,
Suriye’’den geçici ve az olarak çekildi. Yani, Esed’i kaderiyle başbaşa
bıraktı. Ancak, Kürtler’i daha öce kazayla da gibi olsa, bombaladı.
ABD,
yarı veya tam özerkliği tanımayacağını belirtti. Ancak, hukuk ve guguk oyunları
yalnızca bizim ülkeye özgü değil. Br sürü ‘ama’lar icat edilebilir yani.
AB,
tınmadı bile, çünkü Suriyeli mültecileri gerisin geri Türkiye’ye dehelemekle
meşgul. Sanki, onlar durup dururken kaçmış gibi. Sanki TC, bir kez daha aynı
ayak oyununu sergilemeyecekmiş gibi. Sanki, bedava çalışacak göçmene
gereksinimleri yokmuş gibi.
Suriye,
olumsuz tepki gösterdi.
Hizbullah,
Suriye’den çıkmayacağını belirtti.
Şu an
medyanın Suriye’den haber vermeyi kesmiş olması, orada ateşkesin yürürlükte
olduğu anlamına gelmiyor tabii ki.
Sonuç:
Bol
gürültü ama anlamlı açıklama yok.
Kürtler,
fırsattan istifade etmeyi istiyorlar. Ancak, hesapları tes dönecek: Önce, hem
ABD’yi yanlarına çektiler, hem de Rusya7yı. Şimdi, hem ABD’yi kendilerine
düşman kılacaklar, hem de Rusya’yı.
Yanar
döner, devran döner.
Dipnot:
Bu
ülkede en deriin uzmanların bile neleri ıskaladığı, eski Erbil başkonsolosu Aydın
Selcen’in şu sözleriyle ortaya çıktı: “...bu kantonlar birleşecek diye bir
ulusal tehdit algılamanın da bir anlamı yok...”
2
gün sonra kantonlar federasyon ilan etti.
(17 Mart 2016)
Facebook Psike Art Diyaloğu
Postmodern
toplum:
Anal
uygarlıktan oral uygarlığa bir geçiş mi?
Eğer
modernizm dünyayı kontrol etmeye çalışan “anal” bir uygarlıksa, postmodernizm
her şeyi içine almaya hazır ve bağımlı “oral” bir uygarlıktır; bu da insanlık
olarak regresyon yaşadığımız anlamına gelmektedir.
Feyruz
Usluoğlu, Psikeart "Zaman".
+
Reha
Ulku, Kargaların ve tavşanların feçeslerini yedikleri düşünülürse, illa ki öyle
olması gerekmez. Bu işin esprisi. 21. Yüzyıl'da 19. Yüzyıl jargonunu kullanan
birini kınıyorum burada ve açıkça. Asıl epistemik regresyon budur, kültürel ve
mental olarak, enformasyon ve kognisyon olarak. Asıl durum: Homo Sapiens ile
Homo Posterus (insan sonrası tür ki bu ikisi Neanderthal'ler ile Sapiens'lerin
yaptığı gibi, çiftleşebiliyorlar) arasında evrimsel bir yol çatallanması var.
1945-Hiroşima ve 1957-Sputnik ikilisinden beridir.
(17 Mart 2016)
Faşizm Nedir, Ne Değildir?
Önce,
daraltmalı bir alıntı:
“Milliyetçilik
... diğer milletlerden nefret etmek, onları düşman ve tehdit olarak görmektir.
Çelişkiyi, işçi ile patron arasına değil, o millet ile bu millet arasına koyar.
Böylece, hem gerçek çelişkiyi perdeler, hem de halkların arasına nifak sokar.
Milliyetçilik, işçi ile patronun 'aynı gemide' olduğu, çıkarlarının 'milli
menfaat' adı altında ortak olduğu türünden yalanlar söyler. Burjuva
ideolojisidir. ...
Milliyetçilik
ile faşizm arasındaki sınır da belirsizdir. Milliyetçinin iktidarı ele
geçirmişine faşist denir. ... Faşizm, ırkçılık demek değildir. Örneğin,
Mussolini ırkçı değildir. Faşizmin alameti farikası, milliyetçiliği başlıca
ideoloji olarak benimsemiş olmasıdır. ...
Faşizm,
devlet egemen bir ideolojidir. Devlet siyasal, kültürel ve toplumsal yaşamda
egemen kılınır. Lider kültü vardır ve lider anayasanın üstünde tutulur.”
Sonra
bir alıntı daha:
“One
common definition of the term focuses on three concepts: the fascist negations
of anti-liberalism, anti-communism and anti-conservatism...”
Yani:
“Anti-liberalizm,
anti-komünizm ve anti-muhafazakarlık.”
Bu
İtalyan Faşizmi’nin tanımı.
Orada
Papa var, kendisine karşı anti-muhafazakar olunacak (Don Camillo hesabı yani). Mussolini
desen, Papa’yı sevmiyor. O nedenle İtalyan papazlar, anti-faşist cephede
komünistlerle birlikte mücadele edip, 1943’te İtalya’yı Sicilya üzerinden
müttefklere teslim ederler.
Tarihe
hafiften bir bakalım:
1915
gibi, 1. Dünya Savaşı ertesinde İtalya, ne emperyalist, ne de koloniyalist idi.
Almanya gibi o da, göreli geç olarak ulusal birleşme yaşamıştı.
İtalya
savaş galibi idiyse, Almanya savaş mağlubu idi.
İtalya’nın
Yunanistan’ın Ege adalarını almaları da, tarihin bir cilvesi.
Dolayısıyla
birinci saptama:
İtalyan
Faşizmi olsun, Alman Nazizmi olsun, 19.
Yüzyıl geleneklerinden devşirme ideolojiler.
Yani,
bugün bildiğimiz anlamıyla, karteller, oligarşiler, tekeller türü faşizm pratikte yok o zaman. Almanya’da Krupp var ama
o, 2. Dünya Savaşı ile / boyunca Krupp Faşizmi’ni inşa ediyor, daha önce değil.
Bu arada
Mussolini ve Hitler, bir türlü geçinemiyorlar. Oysa tarih, onların kanka
olduğunu söyler bizlere hep.
Dolayısıyla
ikinci saptama:
Her
ikisi de, en azından başta, ‘ya tutarsa’ türünden bir oportunizm içinde.
Her
ikisi de, tavırlarını sosyalist / komünist partilerin yarattığı ters-tepkiden
alıyorlar.
Her
ikisi de, soyut kavramlarını şu ya da bu biçimde, sosyalizmden apartıyorlar.
Vurgu:
1915’te henüz ne Lenin var, ne de SSCB, Dünya gücü olarak yani.
Mussolini’nin
korporatizmi liberalizme karşı, çünkü halkı kendi tarafına ancak küçük sermaye
ile alabilir durumda.
Aranot:
Bugünün koşullarında, mikro-krediciliğin,
mikro-korporatizm / kooperatifçilik üzerinden, neo-mikro faşist(çik)ler ve
yarının orta boydaki 3. Dünya faşizmlerini yaratttığını da imlemiş olalım ama
bu, tümüyle başka bir metnin konusu.
Gelelim
alaturka metne:
Milliyetçilik,
aşiretçilik ve budunculuk üzerinden hep vardı. Yalnızca, o zamanın
koşullarındaki 1 milyonluk kentler ve 10 milyonluk ülkeler için, yeni olarak ebat
ayarlaması içerdi, o kadar. Yani, 1 milyonluk aşiret olamıyor da millet
olabiliyor ancak. (Gerçi böylelikle, nicel değişimler kendiliğinden nitel
değişimlerdir, oluyor, ayrı konu.)
Milliyetçiliğin
tek dil-ırk-din anlayışı ise, Fransa Devrimi icadı. 1793 momentli gibi. Çünkü
Fransa’da da o zaman tek dil yok. 5 tane var ve 4’ü tasfiye edildi.
Irka
gelince, Hitler’in karakafa olması ironisi gibi, AB ülkelerinin hiçbiri tek
ırklı / uluslu / aşiretli değil. Belçika veya İsviçre gibi küçük ölçekliler
bile. Kavimler Göçü ve malum Orta Asya istilaları nedeniyle, bu mümkün
olamamış. Macarlar’ın kökeninin Macaristan’dan 8 bin kilometre ötedeki Urallar
olduğunu bilin, yeter.
Dine
gelince, Hristiyan mezhepleri ve iç savaşları, AB’nin bin yıllık derdi
olagelmiş. Tek mezhepli ülkeler, hep diğer mezheplerin katliamıyla elde
edilmiş.
Yani
kısaca:
Faşizm,
en başından beridir bir yalan söylem.
Yamalı
bohçalık, duruma göre davranış geliştirme, hep bildiğimiz küçük insan
ideolojileri.
Bu
arada:
Ne en
yaygın, ne en zalim, ne en çok insan öldürmüş ideolojidir faşizm. Yalnızca, adı
çıkmış dokuza, inmez sekize, durumu var. Türkiye’deki yılda 1.500 işçi ölümünü
de faşizm icat etmedi. Ondan önce, çiftçi ölümü vardı.
Şu veya
bu değil faşizm. İnsanlar abartıyor yalnızca.
Asıl ilgilenilmesi
gereken, din ile ilişkisi de, o zamanki papazların yanlış taraf tutması
nedeniyle, gözden kaçırılmış bir gerçek.
Not:
Burada Türk-İslam faşizm-engizisyon eşlenikliğini imlemiyoruz, ne 1975, ne 2015
momentiyle. Onu da zaten, ne Bezm-i Alem yapabildi, ne de MSP-MHP ikilisi. O, 2015-neo momenti. % 99 mücadele etmeyi
öğrendikçe, % 1 de 2, 3 veya 10 yüzlü bıçak kullanmayı öğreniyor.
Vurgu:
Faşizm,
boş tanımlı bir kümedir, demedik hiç.
Faşizmin
söyledikleriyle yaptıklarının bir olmadığını açımladık.
Burada
önemli olan şu:
Hadi, %
50 ümmi / okumazyazmaz en büyük yalan söyleyeni yutar da, nasıl olur da %o 1-5’lik
okumuş yazmış aydın bunu yapar?
Örneğin:
Alaturka
metin, solun Kürt hareketinden kopması zamanı glediğini önesürüyor. Biz, zaten
bunun hiç olmamış olması gerektiğini savunduk. 1983’ten beridir. Kendilerinden
dinledik ne istediklerini çünkü.
Çünkü:
Sol, ne nasyonalisttir,
ne de transnasyonalist.
Çünkü
nasyonalizm, hiç var olmamış bir kategoriyi uygulamaya çabaladı.
Çünkü
nasyonalizm, epistemik dezenformasyondu.
Çünkü,
nasyonalistlerin hiçbiri sol olamazdı, olamadı da.
Çünkü,
bazı süzme hıyarların önesürdüğü gibi, hem Müslüman, hem sol olunamıyor.
Ulusalcı sol da olunamıyor. Özgür-kul da olunamıyor. Liberal-muhazakar da olunamıyor.
Tamam,
düşmanınız sizi kandırmak için uğraşabilir.
Peki,
neden siz kendinizi kandırmak için tam 50 yıl uğraştınız ey Türk solu?
1965 ve
TİP’ten beridir...
(TİP’i
Kürtçülük kapattırdı 1971’de.)
Kendi
ayağınıza bağladınız prangayı çözün artık.
Soruları
da yanlış biçimde sormayın.
Yani:
Kurbağa olup da, akrebi sırtınıza
almayın.
Yoksa,
1’den sonrası istatistik, olmakta...
Dipnot:
Eğer
bugün faşizm tanımı yapılacaksa, yer ve zaman ayrıntısı özellikle verilerek,
tanımlar yapılsa gerek. Bunu da açıkça notlamış olalım burada.
Örneğin,
alaturka Krupp Faşizmi çizgisindeki, Tüsiad (1960), Müsiad (1995), Tümsiad
(2010) gidişatının ayrıca tarihinin yazılması gerekiyor.
MHP ve
BBP tarihleri epeyi yazıldı.
Eski-MHP’leşen
AKP tarihi de (2013-2019) yazılır bir gün.
Alaturka-sivil-faşizm
(1970-2015) yazılmadı gibi.
Alaturka-militarist-faşizm
(darbeler tarihi) yazıldı.
Kürt
Faşizmi’ni, Ermeniler’i 1915’te Kürtler’in öldürdüğünü ortaya koyan
araştırmalarıyla, 2 Kürt 2015’te yarı-içeriden gibi yazdı.
İtalyan
Faşizmi’nin mafya ayağı az bilinir. Bizdeki Laz mafya-faşizmi de doğrudan hiç
yazılmadı. Geriye kalan 98 halk için de öyle. Halkım Tatarlar’ın faşizmi de yazılmadı henüz (1970 sonrası için).
(18 Mart 2016)
Trump ve Dilbilgisi
Bir
haber:
“Öte
yandan Donald Trump’ın 11 yaşında bir çocuğun kelime dağarcığına sahip olduğu
ve yeterli dil bilgisinden yoksun olduğu belirtildi. ABD’de yapılan bir
akademik incelemeye göre, Trump İngilizceyi düzgün konuşma konusunda
rakiplerine göre bir hayli geri durumda, en fazla 11 yaşında bir çocuğun kelime
dağarcığına ve gramer bilgisine sahip ve uzun cümleler kurmakta zorlanıyor.”
Haberde
eksik bırakılan bilgiler şunlar:
İnsanlar,
3 yaşında 0-100, 40 yaşında 100 bin sözcük dağarcığına sahip olurlar. Bu 100
bin sözcüğün çoğu özel adlardan oluşur.
İnsanlar,
olağanda 5 sözcüklük tümceler kurarlar. 10-50 sözcüklük tümceler, uzun
tümcelerdir. Bu türden karmaşık tümce yapısı da, daha çok 20. Yüzyıl’a özgüdür.
Not: Burada kastedilen, Oğuz Atay veya James Joyce tarzı değildir.
İngilizce’deki
ortalama 4, Türkçe’deki ortalama 7 harflik sözcük yapısı, aynı karakter
sayısındaki tümcelerde, bazı dilleri öne veya arkaya çeker.
21.
Yüzyıl’daki dilbilgisi yapısıyla, 5-10 alttümcelik tek bir tümceyi,
aralarındaki virgülleri ve noktalı virgülleri noktalara dönüştürerek, pekala
fazla sayılı tümceler yapmak mümkündür. Tek bir tümce, tek bir düşünce birimi
olduğu için, uzum tümce yeğlenir. Eskiden, birim paragraf idi.
Gelelim
Trump’a:
Politikacılar,
düşünmeye pek fırsat bulamadıkları gibi, düşünmemeye epeyi fırsat bulurlar.
Bunun
temel nedeni, bir gruptaki insan sayısı arttıkça, grubun ortalama zekasının
sıfıra doğru azalmasıdır. Bir politikacı da kimi milyonlarca kişilik kitlelere
hitap eder kimi zaman. Yani gerizekalılık, siyaset mesleğinin gereklerindendir.
Trump, James Joyce tümceleriyle seçim konuşması yapsa, ‘laa, enteğe bak laa’
denir.
Ek
bilgi: Kuş ve balık sürülerinde, kaotik
matematiğin limit fraktal geometrik sınırlarına uygun bir sürü zekası
vardır. Bunu, kuşların topluca uçuşlarından veya balıkların topluca avcılardan
kaçışlarından gözleyebiliriz. Sürüler, inanılmaz güzellikte dinamik-formlar
çizer.
İşte
politikacılar, bu sürü geometrisinden / mantığından habersizdir. Kimi zaman
Hitler gibiler, çağın / anın ruhunu yakalar ve kitleyi dosdoğru kubura ve
kabire sürerler. Sürü, epeyi geç olarak ayıldığında, ‘la, piz ne poh yedik la?’
olur.
1980-2015
arasında, önceleri de aptal ve cahil olan ABD kitlesi, hepten mafiş oldu.
Üniversite öğrencileri, Çin’i Dünya haritasında gösteremiyor artık örneğin.
Trump,
ne yapsın?
Böyle
bir kitleye deriin deriin konuşacak değil ya...
Zaten,
ABD başkanlarının düşündüğü hiç mi hiç vaki değildir. Tutarlar danışmanları,
uyarlar onlara. Baktılar durum b.ka sarıyor, kovarlar onları, yeni salakları
işe alırlar.
Bizi
burada ilgilendiren durum şu:
Bırakın
6. Milenyum’unda yazıyı, 1 milyonuncu yılında konuşamyı bile, kullanamayan
insanlar çoğunlukta.
Gerçekten:
Neo-liberalizm, insanlara doğru
düzgün konuşmayı ve doğru düzgün yürümeyi unutturdu.
Tam bir disütopik bilimkurgu roman gibi:
Bakınız ‘Sonsuzluğun Rayları’...
Kimsenin
fecaati taktığı felan da yok.
Sana
diyorum, 40 yaş ergeni alaturka Homo
Maganda...
(18 Mart 2016)
18.03.16, 13:45.
Tuhaf 1 Rüya
Biri,
ayakkabılarıma bakıp, bana şöyle dedi:
Bunları
Diyarbakırlı bilmem kim, Hindistan’dan getirdi. Bunlar, bilmem ne derisi.
‘Bilmem
ne’ bölümlerini şu an anımsamıyorum. Derinin yılan veya inek olmadığına eminim.
Az duyduğum bir şey söyledi. Veya uydurma bir hayvan.
Anımsadığım,
rüyada şaşırdığım. Neden bu rüyayı görüyor olduğumu düşündüm. Şu an da öyle
düşünüyorum.
Rüyalarım,
eskiden az da olsa anlamlı olurdu.
Ama
şimdi bu ne?
Ben,
üzerinden er nek patalon veya ayakkabı olduğunu bilmeyebiline biriyimdir. Hala
2 farklı renkte çorabı giyiyorum.
Gerçekten:
Şimdi bu
rüya ne anlama geliyor?
Gönül Tol, Ömer Taşpınar, Ruşen
Çakır
Ruşen Çakır,
Metis Yayınları’nın piyasaya akil diye sürdüğü biri.
Aynı
zamanda, insanlık suçuna yakın suç işleyip, hüküm giymiş birinin parti
başkanlığında, o partiden milletvekili adayı olmuş biri.
Entelejensiyalık
seçimi bariz yani.
Aydın
Seylen üzerinden, Türkiye’de herhangi bir konunun uzmanı sayılanların, o konuda
nasıl büyük-büyük hatalar yaptığını imlemiştik.
Hesapça
Hüsnü Mahalli, Suriye uzmanı idi. Son 3 yılda hiçbirşey söyleyemedi. Çünkü
söyleyecek bir şeyi yoktu. Taşıma suyla savaş durumu onu aştı.
Ruşen
Çakır da öyle ama epeyi konu değiştirdi. Fethullah ile ilgili söyledikleri
küllüm boş çıktı örneğin. Ağar konusunda hiçbirşey söylemedi örneğin.
Son
zamanlarda ise, Skype üzerinden, ‘Transatlantik’ başlıklı, 2 ABDde çalışan Türk
gazeteci ile görüntülü-sesli söyleşiler yapıyormuş. İnternetten öğrendik.
İzleyelim dedik.
Bunlardan
17.03.16, 17:00-17:30 olanını izledik ve kof
bulduk.
Örneğin
Çakır şöyle bir saptamada bulundu orada:
Türkiye
Kuzey Irak Kürt oluşumuna karşı çıkmıştı ama şu an onlarla en pozitif ilişkide
olan o. Artı, Kuzey Suriye Kürt oluşumu için de böyle olabilir.
Ancak,
şunları söylemedi:
İlk-Barzani
momenti taa 1991 tarihli. O tarihten beridir 25 yıl geçti. Bölgede 25 tane
falan savaş oldu. Konjonktür bir sürü takla attı. TC Barzani’ye yanaşmadı,
Barzani TC’ye yanaştı, çünkü İran ve Talabani gibi düşmanları var onun.
Müttefiksiz olamaz yani.
TC,
istese de istemese de, Öcalan, onun desteklediği Salih Müslim ve Barzani’nin
karşıtı Talabani ile kendiliğinden şeker renk durumda. Yani, geçici de olsa şu
an TC’nin tek Kürt müttefiki Barzani. Hiç olmamasından yeğdir, durumundayız.
1991
veya 2006 tarihli bir Kuzey Irak Kürt devleti, TC’nin işine hiç mi hiç
gelmezdi. Ancak, 2021 tarihli bir Kürt devleti, pekala TC’nin işine gelebilir.
Tabii, bunu da göreceğiz. Tarih, daha çok ters ve düz takla atakca yani 5
yılda.
Örneğin
hepi topu 5 yıllık, yani 2011 sonrasıki bir oluşum olan IŞİD, şu an hem
Kürtler’in, hem Türkler’in, hem Araplar’ın düşmanı. Bu, yeni ve epey farklı bir
durum. Asıl gerilim ise, yalnızca 2 yıldır var.
ABD
bile, Esed yerine, IŞİD’İ birincil hedef olarak koydu.
TC ise,
acaip bir ters takla atarak, başta IŞİD ile bir biçimde saklı-olumlu bir bağ
kurdu; sonra IŞİD, kendisine uzatılan eli ısırdı, şimdi ise, olumlu-olumsuz
kırması bir durum var ortada: Olumsuz görünen, olumlu saklı olarak.
Yani:
Şu anki
tek ikilem, Kürtler’in kendi aralarındaki 4’ün 1’li, 2’li, 3’lü, 4’lü kombinasyonları
değil, IŞİD x PKK çatışması. Eğer dost olurlarsa, herkes yanar. Bunun olmaması
için hiçbir neden yok. olması için neden ise, az da olsa var. Yalnızca, bunun
götürülebilirliği çok zor, dua edelim ki böyle de kalsın.
Kaldı ki
Afganistan-Taliban 1980’den beridir, 35
yılı aşkın sürelik bir şeriat yangınına benzin dökmüşlük var ortada.
Yani:
IŞİD
gidecek ve yenileri gelecek. Yenisi değil, yenileri. Bunu herkes biliyor ve
söylüyor.
Bu zirve-şeriatçı-Arap oluşumlar,
Kürtler’i de yakar, Türkler’i de, Araplar’ı da.
Allah’tan Hasan Sabbah çıkaramıyorlar. O da olursa, atom bombacıkları
kaçınılmazdır.
Tüm
Ortadoğu halklarını yakamayacağınıza ve Çernobil bölgesi göre, bunun üstesinden
gelmek, bu saattan sonra, imkansıza yakın zorlukta.
Çakır,
bunların önemli bir bölümünü bilmez, bildiklerini de işine gelmediği için
söylemez. Çünkü, hep öyle yaptı.
Çünkü o,
bir dezenformatör.
Ancak
bir jest-replik hatası içinde:
Çandar’ın
10 yıl önceki ağır abi tavrına, o da girmiş. ‘Sana para ödeyenlerin, anında senin ikameni bulabilecekleri’ni
unutmuş.
Dündar
içerideyken, sen dışarıdaysan, söylediklerine pek kimsenin saygı duymayacağını
da unutmuş.
Yani:
Çakır
Çandar’ın son demleri gibi, giderayak kendince şanını sürüyor, Bulut gibi. O da
ekranda çok hönkürdüyor. Omuz atıyor, gerdan kırıyor.
Sorun şu
ki 1. Cumhuriyet her 5 yılda 1, bunlardan 15-20 tanesini çöplüğe attı. 70’er
yıl gazetecilik yapmış Altan ve Arcayürek adını, bugünün gençlerinin hiçbiri
bilmiyor örneğin. Tirajlar 1 milyon iken, 100 bin kişinin okuduğu kişilerdi
bunlar. Altan habire gazete değiştirdi, Arcayürek gitti Demirel’e danışman
oldu.
Yine de
dilerim bundan 20 yıl sonra o Çakır videoları silinmemiş olur. Tarihe ibretlik diye izleriz yeniden
yeniden.
Dipnot:
Videolarda
bazı yerlerde atlamalar var. Silinme ve düzeltme, akla geliyor.
(18 Mart 2016)
Reklam Viral Videoları (02.09)
2010
Sıralama
şöyle:
Brand Campaign Agency All Time Views*
Launch Date
1 Blendtec Will It Blend? In-house
134,256,499 10/30/06
2 Evian Live Young BETC Euro RSCG 103,867,704 6/4/09
3 Old Spice Responses Wieden
& Kennedy 57,132,669 7/12/10
4 Pepsi Gladiator
AMV BBDO 46,742,892 1/1/04
5 Microsoft Xbox Project Natal World
Famous 42,698,599 6/1/09 Microsoft: Xbox
Project Natal
6 Dove Evolution
Ogilvy & Mather 41,100,418 10/1/06
7 T-Mobile T-Mobile Dance Saatchi
& Saatchi 35,487,575 1/15/09
8 Doritos Crash The Super Bowl 2010 Goodby
Silverstein & Partners 34,168,845 1/5/10
9 Old Spice Odor Blocker Wieden
& Kennedy 33,986,750 3/31/10
10 DC Shoes Gymkhana
Two In-house 32,872,531 9/3/09
Karşılaştır-Karşıtlaştır
Müzik
videoları, benzer sürelerde açık ara önde: 100 milyona 1 milyar gibi hem de.
Reklamlar
20 saniye, klipler 3 dakika gibi. Yani, bu açıdan reklam daha avantajlı gibi.
Kısa
film açısından, reklamlar çok daha özgün örnekler verdi. Özellikle, ‘Hire’
dizisi gibi 10 dakikalık olsa bile.
İnternet
seyri, televizyon seyrine göre, daha güvenilir bir sayılırlıkta. Üstelik, bir
de gönüllü çaba gerekiyor seyretmek için. Yani, televizyonda reklam zamanında
herkes ekrandan kaçarken, internette oturup özellikle reklam izliyorlar, çünkü
neyi hangi sırayla izleyebileceklerini seçebiliyorlar.
Her iki
türün de, internet yayını maliyeti 0. Hatta üste para almak bile mümkün.
Dolayısıyla;
maliyet, süre, izleyici sayısı, birer parametre olmakta.
Not 1:
Artetki açısından, yani tüketiciye gösterilen metayı satın aldırma açısından,
farkları yok gibi görünüyor.
Not 2:
Reklamsız / klipsiz müzik parçası ve reklamsız meta, ayrı ayrı şeyler olsa da,
ikisinin de örneği var. Klipte reklam oranı % 10-20 (her albüme 1-2 klip gibi),
metada %o 1 - % 1 arası falandır herhalde. Özellikle reklamı yapılmayan meta
vardır ama müzik parçası olmaz.
(18 Mart 2016)
Komünerlik
Bir
alıntı:
“Dünya
ve insanlık ilk defa eşit, adalet, özgür ve toplumsal kardeşlik projesi olan
KOMÜNAL yaşamla tanışmayı ve uygulamayı 18 Mart 1871’de Paris’te yaşamaya
başladı.”
İşte bu
hatalı saptama, bu metni yazdırdı.
Tabii ki
öyle değil.
Herşeyden
önce Spartacus var.
Tabii
bir de marksizmin, naif-vahşi’yi öven koloniyalist bir tutumla, komünel yaşamın
tarihöncesinde hep varolduğunu savlaması var.
1980
öncesinde lisede ve üniversitede okumuş biri olarak, bu komünel deneyimlerden
payıma epeyisi düştü.
1974 gibi,
daha cüce ebatında bir ergen-öncesi
olarak, yatılı okula gittiğimde, 6 kişilik odam, kendi anayasasını yapmıştı. Orada
ilk gördüğüm şunlar oldu:
Bir:
İnsanlar, hayır sözünden hiç hazzetmiyorlar. Muhalefetten yani. Bu, komünerlik
değil, anti-komünerlik olmakta. (Ben hariç hepsi, solculuk oynuyorlardı, ben
bireyciydim, hala da öyleyim, anarşistim yani.)
İki:
Oylamada kendi oylarının sonucuna uymuyorlar. Ben, odaya gazete alınmasına
param olmadığı için karşı çıkıp, yine de çoğunluk kararına uyup, gazete parası
ödediğim halde, onlar kendi oylarına uymayıp, gazete almayı kestiler, çünkü
gazetenin hangisi olacağı oylanmamıştı, anlaşmazlık oradan çıktı.
Üç: Sen
doğru ve haklı çıkınca, kabahati yine sana buluyorlar. Onların doğrusunu sen bozmuşsun gibi olduğu için.
O
nedenle, evet.
Komüner
olmak zor.
İnsan
olmak zor.
Ama
denemek zor değil.
Beckett’in
dediği gibi:
Gene dene, gene yanıl ama daha güzel, daha iyi yanıl
bu kez.
“Gezegenimizde
emek vermiş bütün komünarları saygı ile anıyorum.”
İşte
bunu yapma Kadim Laçin. Bu ikiyüzlülüktür.
Marx’ın
Engels ile ilişkileri belliyken, kalkıp Neçayef veBakunin’i 1. Enternasyonel’den
kovdurmaları, ‘dinle küçük insan faşizmi’dir,
komünerlik değil...
Onları
hempaları da, Rusya’da Kronstadt’ı yarattı, sonradan birbirini öldüren Troçki,
Stalin ve Lenin olarak. Ukrayna 1920 belli, Mahno’nun sonu belli.
O
nedenle ‘dinle küçük insan marksist’
kardeşim, sen git, kendi cehenneminde boğul...
Dünya’ya
cehennem yayma, yeterince faşizm ve engizisyon cehennemi var şu an zaten.
Üstüne bir de, zombi reel sosyalistler
olmasın lütfen.
Tarih
hiçbirşeyi, bu arada komünerliği de, marksistlerden öğrenmedi.
Marksistler
de komünerliği öğrenmiş falan değil. Stalin’in 20 milyon ölüsünden belli.
(18 Mart 2016)
Hayl Rep Hayl: Satılık Çanakkale
İmajı
Eh, bu
da yapıldı:
Çakma
Çanakkale Savaşı repi.
Feçesseverliğin
kubur ve kabir gırtlağı boyunda
olduğu günümüzde, ne yapsam da keseyi doldursam, geyiğiyle, bir isyan müziği olan repi, bir asimilasyon müziği haline getiren, arabesk-rep,
ilahi-rep, şu-rep, bu-rep yapıldı.
Çanakkale
Savaşı da nasibini almasaydı bu işten, eksik kalırdı amcası.
AKP
gidişatı, her nedense Çanakkale Savaşı
konusunu sömürmek için geç keşfetti. Bunda, olayın Atatürk’ün tekelinde
olmasının payı yüksekti. Sonunda vara vara, Atatürk’ün olmadığı bir Çanakkale
filmine varabildiler, imaj imaj.
Çanakkale
Savaşı ile ilgili saptamalarımızı kezlerce yazdık:
Çanakkale
Savaşı, savaşsal bir başarı değildir.
Orada,
bugünün lisansüstü düzeyinde eğitim veren Galatasaray Lisesi’nin 2
sınıf-dönemini gömmek, çok çok büyük bir hata idi.
Almanya’nın
bize zararı, orada ve daha 1915’te belliydi. Yani, 1. Dünya Savaşı’nı
kaybedeceğimiz.
Çanakkale
Savaşı ile Çar’a yardıma gidenleri durdurduk, SSCB’yi kurdurduk. Onlar da bize
son anda Kurtuluş Savaşı’nı kazanacak parayı verdiler tam 7 yıl sonra.
Çanakkale
ile İstanbul’un işgalini önleyemedik. ‘3 İstanbul’ romanının açıkça ve içeriden
gözlemle saptadığı üzere, Türkler’in işbirlikçiliği henüz 1918’de görülmüş
oldu. Sonra da gidip, savaştığımız Yunanistan’a buğday sattılar. Atatürk ise,
saraylı bir hanım aracılığıyla, işgal gemilerindeki kokteyllere katılanların
listesini, İstanbul’da değil iken bile tuttu.
Yani:
Orada
ölen 100-200 bin kişi, Kurtuluş Savaşı’nda yoktu. Olsaydı, belki SSCB desteği
bile gerekmezdi.
1917
gibi yapılmaya başlanmış olan, Ankara’nın doğusuna asker ve malzeme çekmek,
daha 1915’te yapılabilirdi.
Şimdii,
gerçekler bunlar.
Bir de kurmacaya
ve klibe bakalım:
Mehmet
Akif Ersoy’un kemiklerini mezarda sızlatıp, onun dizelerini rep yapmış abimiz
Erkan Mutlu.
Ayıp-ötesi
etmiş diyoruz, başka bir şey demiyoruz.
Ersoy’u
da taktığımız hiç yoktur. Kendisini yazardan saymayız, Namık Kemal’i de.
İstiklal Marşı da, söylenirken dingilder durur.
‘Bulunur
kurtaracak bahtı kara maderini’ Mehmetçik Mehmet, cepheden cepheye sürüldü. 20
yıllık savaştan sonra, ailesini görmek için trenden inince, idama mahkum
edildi. Bunu yazan Halikarnas Balıkçısı da idama mahkum edildi. Atatürk’ün
kurdurduğu İstiklal Mahkemesi tarafından.
Şimdi de,
Atatürk’çülük oynayan başka birileri tarafından kurulmuş Esaret Mahkemesi
tarafından idama mahkum edilmiş durumdayız. Ülke olarak, bölge olarak, kıta
olarak.
Ve
İstanbul yine işgal altında: 10 milyon göçmen ve turist tarafından.
Maaşallah,
çok ayaktan ve koldan birden saldırıyor düşman. Hayl rep bunlardan biri yalnızca.
6 ay
sıvı feçesin içinde yaşadım, uyudum ve tiksinmedim ama bu tür feçesseverlikler beni tiksindiriyor,
öğürtüyor ve kusturuyor.
Gidin, ananızı rep yapın siz...
(18 Mart 2016)
19.03.16, 13:00.
Bir Terör Momentinde Hisler
Öncelikle
birinci his momenti:
2010-2014
arasında üstüste üzerime gelen belaları savuşturmaya debelendim.
Az veya
çok becerdim.
Sonra,
TC gümlemeye başladı.
Aralık
2013’te, ben sokağa düştükten 2 gün sonra, ülkede film koptu. Hala kopuk.
Sonra siperde bekleme hissi geldi:
Gerginleştirici
ve tüketici:
Hapis, mezar
veşa sürgün şıklarından birini beklemek:
Godot’yu
Beklemek.
Bu
belirsizlik, anlamsız idi, uyumsuz veya saçma değil ama yine de, beklemenin
verdiği boşluk hissi vardı.
Benim
algı açımdan en belirgin olay şu oldu:
Suriye
Kürt Federasyonu ilanı (17.03.16).
O gün
momentiyle, hem IŞİD, hem de PKK çoktan savaş ilan etmişti TC’ye.
Tabii bu
savaş ilanı, terör ilanı demekti.
Bu sabah
bir bomba patladı İstiklal Caddesi’nde.
(Sonradan
not: 1 gün sonra, bombacının IŞİD’li olduğu kesinleşti.)
Sakarcaydı.
Zamanlama ve noktalama yapayanlış oldu.
Ben
dahil herkes, devamını bekliyor.
Zaten
ABD, 20 Mart dedi, 19 değil.
(Sonradan
not: 20 Mart derbisi iptal edildi.)
Zaten
2003 Kasım, ‘2 + 2 = 4’ idi, 1 değil.
Evet, sonun başlama atışları, çoklu olarak
verildi.
İyi olan
yan şu:
Bu
hengamede AKP, herkesi içeri atamaz. Kendi sonunu ivmelendirir yalnızca. Bir
yerlerde geri vitese takacaklar.
Kötü
olan yan şu:
3 milyon
Suriyeli’ye vatandaşlık verilecek. Alamancılar’ın Almanlar’a yaptığını, onlar
da bize yapacak ve bizi kendi evimizden kovmaya kalkacak.
Ara soru
şu:
İzmir
Cumhuriyeti / Beyliği beni kurtarır mı?
Yani:
Yoksa,
herhangi bir şey değişmedi.
Yalnızca
bekleme bitti.
Turizm
çöktü.
Kültür
işi çöktü.
Açım
yani.
Sağ
kalmak yeğdir yani.
Umarım
öyledir yani.
Göreceğiz.
Çinli
bedduası:
Dilerim,
ilginç zamanlarda yaşayasın.
Gerçekten,
çok ilginç zamanlarda yaşıyoruz / yaşıyorum.
Başa
gelen çekilir.
Yazacağız
işte, başka ne yapalım?
Dipnot:
Tam 32
yıl boyunca, katil olmamak için içtim.
Sonra, içkiyi bırakmak için 6 yıl psikiyatriste gittim. Artık, insan öldürme
arzum kalmadı. O bile gitti yani.
Tarih Dersleri: Tarih Anında
Nasıl Yazılır?
Eski
usül tarihçilere göre, bir anın tarihi, yaşanmasından ancak 50 yıl sonra
yazılabilirmiş.
Cehalet
insanı söyletiyor işte.
Tarih
anında da yazılabilir.
Nasıl
mı?
Yarın, 2
gün sonra dün olur.
Gelecekbilimde
yarın ve gelecek olarak yazarsın, yarın bugün olunca, şimdiyi gözlemsel olarak
anı anına notlarsın, henüz tanımlanmamış şimdibilim olur, 1 gün daha geçince
de, her 2 günlük notlarını dün ve tarih yorumlarsın ve ekler / düzenlemeler
yaparsın.
3’ü
birarada, hem geçmişbilim, hem de gelecekbilim olur, hem de tersinden zaman
akışı gider.
Biz,
bunu 32 yıldır günü gününe yapıyoruz.
Dedelerimiz
1900 doğumluydu. Onların tarihini dinledik. Biz 1960 doğumluyuz. 56 yıl
yaşadık. Kendi tarihimizi gözledik.
5 bin
yıllık tarihte bu, % 1’lik istatitiksel anlamlı dilim olarak, 1, 2 tam ve 3.
dilimin az ucu eder.
Üstelik,
hem sözlü, hem de yazılı tarih eder.
Üstelik,
hem resmi, hem de gayrıresmi tarih eder.
Üstelik,
hem tarih olur, hem de tarihçe: Nicel değişimler, kendiliğinden nitel değişimlerdir.
Ya da: Tarihte ve tarihçe aldığın zaman aralığı ve artı seçtiğin ilk ve son
zaman noktaları, bakmanı, görmeni, algını ve yazmanı değiştirir.
Artı
üstelik: Eşzamanlı ve eşmekanlı olarak, Türkler’i tek başına, Çingeneler’i tek
başına, ikisini birarada tarihçelersen, bambaşka perspektifler ve panoramalar
yazarsın. 3’ü birarada ise, daha üst boyutlu bir sentez-praksis eder. Ki bu,
tarih (1), tarih (2), tarih (1+2) sentez-praksisi olur.
Tabii ki
bakana, görene ve yazana...
Ek: Bir
de günce ve mektup türü gibi öznel, birinci tekil kişi kipinde anlatılar da
var. Onlar, nesnel olandan farklı tonda, duygu ağırlıklı olur ama o da, anında
tarih yazımı olur.
Artı:
3
boyutlu değil de, 4 veya daha çok buyutlu soyut kavram tasarımları, tarih
olmaz, öte-tarih olur, öte-gelecekbilim olur. Hiper-tekst olur.
Ancak
bu, yazılanların aynı zamanda tarih metni olmasını eksiltmez, arttırır
yalnızca...
(19 Mart 2016)
Lars Trier Bitmiş: Louder than
Bombs
Bildiğimiz
melodram.
Fassbinder
orada öylece dururken, bunu yapmak, cinayet bile değil, sinema katliamı.
Stephen
Seagul gibi, sumocan olmuş çıkmış.
Bakışları da onun gibi. Mel mel. Çok hap yutmuş herhalde.
Obezlerin
depresyonlusu pek makbul değildir.
Hele
hele, obez Fassbinder’in, ölür ayak sinemada kırdığı rekorlara bakılınca Trier,
şekillerden şekil beğenmeyen bir üslupçu olarak kalabiliyor sinema sanatında.
Trier,
ABD’yi ilk kez denemedi. ‘Dancer in the Dark’ da vardı.
Yine de,
sinema dergisi ‘Variety’, onu hala Norveçli sanıyor.
“Hollywood
has been courting the Norwegian helmer with offers to come and make a film in
the States.”
‘Helmer’
da, ‘dümenci’ demek.
Bu da
bana, ‘Plenty’ filmindeki, Bergman göndermeli, ‘Norveçli değil lan, İsveçli’
repliğini anısattı.
Ben de
diyorum ki.
‘Norveçli
değil lan, Dan.’
Boşuna
dememişler.
Sen eşek
olursan, semer vuran çok olur.
Trier
da, 2 kez Holywood’a bel bağladı, 2 kere semer ve zerduz palan istedi, 2 kere
eşek oldu / kaldı.
Gabriel
Byrne, bir biçimde kadraj sahalarına geri döndü. ‘Vikingler’de döktürüyor,
burada da öyle. Huppert de öyle.
Zaten
soru da bu:
O 2
devin arasına, o 2 tıfılı neden koydun Trier?
Ezilip
gitmiş ikisi de.
Trier,
biraz fileşbek biraz fileşforvırd yaparaktan, zamana tek tek basaraktan, bade
süzerekten, form kurtarmaya debelenmiş.
Hesapça
film, düz film olacakmış. Başı başka, kıçı başka oynayan bir şey olmuş.
Her
zaman söyledim:
‘Avrupa’
dışında, Trier’da ağırbaşlılık hiç yoktu.
Şimdiyse
yavşağın teki olmuş çıkmış.
Tıkınmış,
aksırmış patlamış.
Şimdi de
‘oldum ben’ diyor bizlere...
Yemiyor...
Yankiler’e
yedirmiş ama...
(19 Mart 2016)
Kılıfsız Zeka Sorularına
Tükürüklü Notlamalar
“Apple,
Google, Microsoft, Facebook, Amazon gibi firmalar, işe alım yaparken, adayın
düşünme yöntemlerini, problemlere ve olaylara yaklaşımını ve metodolojisini
görmek için çok garip gözüken sorular sorarlar.
Bu
soruların çoğunlukla doğru bir cevabı yoktur. Çok farklı, çok değişik sonuçlara
ulaşılabilir. Dediğim gibi, firmanın asıl amacı adayın soruyu keşfetme çabasını
görmek, sorduğu soruları dinlemek ve ne kadar geniş - sıradışı düşünebileceğini
gözlemlemektir.
Bu
soruları, Hindistan'da yayın yapan ‘Indian Times’ derlemiş. Bu şirketlerde
bolca Hintli mühendis olduğu düşünülürse hiç şaşırtıcı değil.”
+
Tümüyle
raslantı olarak, tümüyle bu sorulardan oluşan bir kitap okuyorum şu sıralar.
100'ün üzerinde soru var. Yanıtlarıyla birlikte okuyorum onları. Ve: Birçok
sorunun hatalı olduğunu gördüm. Bunu şunun için söyledim: Hiçbir insan
kaynakları yöneticisi, kendinden zeki veya kendinin hatasını bulan birini işe
almıyor / almaz: Sıkıyorsa, sorunun hatasını söyle orada. Cüceli soru, orada
yaşlılarlı. Örneğin soru, herhangi bir cücenin ölmeyi seçebileceğini veya ölmek
üzere olduğunu içermiyor. Grup-içi konuşma da, işbirlikli veya düşmanlı
olabilir. Örneğin ilk ve en uzun cüce, işbirliğini reddedip, stratejiyi bozabilir.
İşin önemli yanı, bunların ticarette ve savaşta aynen gözlenmişliğidir. O nedenle
varabildiğim çıkarsama şu: Gerçek olmuş olayları analiz ettirmek en iyisi ki
yorumlarla istatistik analiz veri tabanı da oluşmuş olur. En büyük başarılar ve
en büyük başarısızlıklar incelenebilir. Ve inanın, onlar müstakbel çalışanı
daha zorlar. İnsanların kafası, gerçek durumlar için, daha az çalışıyor çünkü.
Çok film seyretmekten dolayı olabilir bu.
+
Bu
soruların en sakat yanı, sorular
hakkında soru sorma hakkının olmaması.
+
Bir
yanıt:
Anlaşma
yaparken diyorlar ki herkes, kendi önündekinin şapkasının rengini söylesin.
Böylelikle, sadece en uzunu ölüyor .
+
Benim
buna yorumum:
En uzun
cüce de, keriz-ölü olmaktansa, dev'e durumu söyleyip, bir şans kazanır. Öbür
türlü, nasıl olsa ölecek. Bu türlü, bir tek o sağ kalabilir, diğerlerei de
ölebilir, devin kafası kızar çünkü.
+
Yani:
Hiçbir
insan, kendisinin kesin öleceği grup davranışlarında, kendini şakkadanak feda
etmez.
Bir
çalışan-adayı, bana yukarıdaki yanıtı (1 ölü, 9 sağ olanı) verse, bir daha
yanına yaklaşmam bile, değil işe almak.
(20 Mart 2016)
Uğruna Ölünesi Özgürlük Yoktur:
Metin Akpınar
Adamına
bağlı.
Madamına
bağlı.
Etek
giydirilmiş veya tokat atılmış genelkurmay başkanına bağlı.
Ulu
manitu biri, şöyle buyurmuş.
“Metin
Akpınar ‘Sanat özgür olmalı. Ama onun da sınırı var. Uğruna ölünesi özgürlük
yoktur. Hiç ölmemek lazım. Ölünce bir hayrınız olmuyor. Sadece namınız yürüyor.
Ama yaşarsanız yararınız olur. Benim devrimci arkadaşlarım çok erken öldü.’
diyor.”
Kendini
rezil rüsva etmiş bir paragrafta.
Güzel
kardeşim, sen yaşadın da ne oldu?
İlk
işin, ustanı (Haldun Taner’i) kovmak oldu.
Erken
ölmek ayrı.
Hiç
ölmemek ayrı.
Uğrunca
ölünecek şey olmaması ayrı.
İnsan
gibi yaşayıp yaşamamak ayrı.
Yaşayan
1968’liler, yaşıyorlar da ne oluyor?
Senden
beter rezil rüsva oldular hemen hepsi. Ayakta kalan 1-2 kişini ise adı bile
duyulmuyor artık.
Tiyatroculuk,
namı yürümek değil. Ölenler, namları yürüsün diye de ölmediler.
Sanatal
özgürlük yaratıcılık ister. 45-50 yıl aynı mimikle aynı tiyatroyu yapan birinin
özgürlükten veya yaratıcılıktan söz etmesi saçma.
Akpınar,
2002’de denediklerini, komedi olmayan türde oynamayı, 1972’de deneseydi, belki
çıkış yolu bulurdu.
Ama o ne
yaptı?
Kolay
yolu seçti.
Tükenene
kadar aynı tiplemeyi somurdu.
Kolay
yol özgürlük değildir.
Özgürlük
zordur, zor yoldur ayaz ve sapa yoldur.
Ölmek
daha da zordur.
Canlı
bombalar babında.
Kendi altın kafesini kendi inşa
etmiş olan
Akpınar, bunları anlayamamış.
Boş
konuşmuş.
Hem de
çook booş.
Şunu
diyecekti aslında kendisi:
Ben
özgürlük için ölmem, ölmedim de zaten. Köle köle yaşayıp gidiyorum.
(20 Mart 2016)
Türkiye’deki İntihar Bombacıları
Anatomisi
Gerekli
Türkçe bilgi, şu linkte mevcut:
Saptamalar:
Son 20
yıllık bir olgu bizdeki. Dünya’da ise 40 yıllık.
4 örgüt
sözkonusu: El Kaide, IŞİD, PKK, DHKP-C:
3 islamcı, 1 marksist örgüt.
Toplam
ölümlerin üçte birini tek bir olay yapmış:
10.10.15.
Toplam
ölüm sayısı 339.
26
saldırının 17’sinde yalnızca saldırgan ölmüş. Bu da, yüksek başarısızlık oranı
demek.
Son
zamanlarda saldılıra, büyükkentlere odaklanmış.
Son
zamanlarda saldırılar sivillere odaklanmış. Bu, Dünya’da da yeni bir trend.
Zamansal
olarak, belli zamanlarra yoğunlaşma veya peşpeşelik sözkonusu.
2 + 2 =
4 gibi saldırısal düzenlilikler, Kasım 2003’ten başlayarak ortaya çıktı.
Bugüne
kadar dikkat edilmemiş. Bombalarda çift patlatıcı düzenek kullanılmış. Bu da,
40 yılı aşkın bir gelenek. Bu gelenek, canlı bomba dışında başlatıldı.
Canlı
bomba olayı, gayrımüslim Tamil gerillaları tarafından başlatılıp, daha çok
Müslümanlar’ın yeğlediği bir seçenek oldu.
Ölü sayısı
giderek artıyor ama medya geştaltı etkisi giderek azalıyor.
Yayın
yasağı, ilk kez ilk gün içinde ve 5 saatta kaldırıldı.
Buradan
çıkan tek bir sonuç var:
IŞİD’in
vardığı gibi, canlı bomba olayı da, etki tavanı sınırına geldi gelmek üzere.
Kişisel gözlem:
19.03.16
olayında, 5 saatta normale dönüldü.
Kitle
giderek daha duyarsızlaşıyor. Bu, ‘neden ‘Je Suis Ankara’ değil?’ başlıklı,
internet sosyal medya olgusunda ortaya çıktı. Yanıt bariz:
“Ben
ancak komşuma üzülürüm, 5 bin kilometre ötedeki ülkeye değil.”
Çıkış:
Yetkililerin
söyleyemediğini ve eveleyip gevelediğini biz söyleyelim:
Canlı
bombayı durduramazsınız. Birini veya ikisini durdurursunuz ama hepsini
durduramazsınız. O nedenle, çoklu tasarlanıyorlar zaten.
Bir de,
4-5 ayrı grubun ‘joint-venture’ıdır canlı bomba olayı.
(20 Mart 2016)
Atlar Koşar, Eşekler Kaybeder: Veliefendi'de
yasadışı bahis depremi; 33 jokey ve aprantiye ceza!
Bu
sıralar, her türden spor olayındaki şike olayını ele alan bir dizi metin
yazdık. Bu da onlardan biri.
Bir
haber:
“Son
dönemlerde çok sayıda jokey ve aprantinin müşterek bahislere katıldıklarıyla
ilgili ihbarlar alan ve konunun araştırılması için Türkiye Jokey Kulübü (TJK)
ile birlikte çalışmalara başlayan Yüksek Komiserler Kurulu (YKK), yaklaşık 2
aydır sürdürdüğü çalışmalar sonucunda müşterek bahis oynayan 63 jokey ve
aprantiyi tespit edip bunların 33'üne 90 gün ceza verdi.”
Suçun
getirisen bakın:
En az 50
bin dolar.
Suçun
götürüsüne bakın:
90 gün
hakem molası.
Para
cezası nerede?
Malına
tedbir nerede?
Vergi
cezası nerede?
(Ülkemizde
devlet, şikede bile vergi istiyor.)
Men
nerede?
Tamam:
Eşekler
eşek, kaybetmeyi seviyorlar.
Ancak
bu, nitelikli dolandırıcılık için bir mesnet değil.
Dünya’da
1 trilyon, Türkiye’de 12 milyar dolar ciro sözkonusu tüm bahislerde. Yasadışı
olanlarla bu, 2 katı olabiliyor.
Yani:
Tasfiye edilen devlet, mafyaya
bir şey yapamıyor.
Çünkü:
Mafya
devleti satın almış veya devletçiler kendilerini mafyaya gönüllü satmış
durumda.
(20 Mart 2016)
Kürtler’e Araplar’ı Ekle: Çalkala
Yavrum Çalkala
Epeyi
süredir bundan işkilleniyordum.
Ancak
ilk kez, bunun devlet medyası ağzından dilegetirildiğini izledim.
A
Haber’de Kemal Öztürk, 20.03.16 günü, saat 16:30 gibi bunu doğrudan
dilegetirdi. Yanında da, saf değiştirmiş İlnur Çevik vardı (bir zamanlar
Zaman’daydı kendisi).
Sav şu:
3 milyon
Suriyeli’miz, dolayısıyla anadili Arapça olan vatandaşımız oldu. Hayırlı uğurlu
olsun.
Demek ki
bu işlem, son 5 yılda, bile isteye yapıldı.
Türkiye’de
zaten anadili Arapça olan insanlar vardı.
Eder 4
milyon, eder % 5.
Kürtler
ise, 8 milyon gibi ve % 10.
Osmanlı,
zorunlu iskan politikasıyla, yanyana köyleri farklı anadillerde, farklı dinlerde
veya mezheplerde olanlarla kurup, bir tür halk
isyanı dayanışmasını baştan kesermiş hesapça.
Bunun
yürüdüğü zamanlar olmuş, yürümediği zamanlar olmuş.
Aynı
şey, ara dönem olan Kurtuluş Savaşı’nda da yaşanmış:
1921-1922’de
Genelkurmay’ın resmen tanıdığı, 26 halk isyaın var, kitabı da var, Genelkurmay
basımı olarak.
Bunların
hepsi Müslüman ama farklı anadillerde olabilmiş kesimlerdi.
Dolayısıyla,
Kürtler’e karşı Araplar tezi, başa yine ve yeni dert almak, Nasreddin Hoca’nın
Timur’dan yeni filler istemesidir gerçekte ama bunu yapanlar bunun bilincinde
olamıyorlar ne yazık ki..
Lümpen
3. Dünya halkları, bizim Alamancılar gibi, belli bir süre sonra, evsahibine
‘siz çıkın, ben yerleşeyim’ diyebilir. Alamancılar şöyle derlermiş: Almanlar
olmasa, Almanya çok güzel yer.
Ayrıca
elimizde, 5 yıllık Suriyeli göçmen öz-deneyim var:
Sonuç
berbat.
Suriyeliler,
Alamancılar’dan berbatlar yani.
Kürt
gerillaların üzerine Arap gerillalar sürülebilir gibi değil bu koşullarda. Ki bunu
zaten, Kırgız göçmen-koruculardan pek olumlu olarak deneyimlemedik.
TC’nin küçük
Amerika olma takıntısı burada da işliyor gibi:
ABD de,
kendi ayağına sıkmacasına habire göçmen alıyor. YMCA bitiyor. Karakfa
göçmenlerden rahatsız olup, Avsutralya’yı terkedip, Türkiye’de oturma izni
alan, sarıkafa Avustralyalılar’dan bunu biliyoruz zaten.
TC de
aynını yapıyor, ‘Big Brother’ına özenip.
Ancak
önemli olan şu:
Yeni
Kavimler Göçü bize kanıtlıyor ki eski-özgün Kavimler Göçü de, istila olduğu
kadar, ‘gel babanın güçlü kollarına’ gibi, lümpen
büyük-güçlü devlet yaklaşımı da içeriyormuş.
Ayrıca
TC’de, Lazlar var, Kafkasyalılar var, Tatarlar var. 1’er milyon gibi oldukları
kesin, önceki 2 gruptan daha barbar oldukları kesin. Bunların da gelecekte
sorun yaratacakları kesin: Bunu kendim bir Tatar olarak yazdım.
Bu ne
demek?
Halkların
yeni iç savaşı, aynı zamanda harmanlanması ve melezlenmesi demek.
Tüm
anakanlar melezdir ve tüm melezler anakanlarla oluşur, demek.
Bu,
ikilem değil, dinamik-kaotik popülasyonsal
genetik olmakta.
Daha da
önemlisi:
Artık bu
türden makro oluşumları, tarihten gelen verilerle aşağı yukarı
haritalayabiliyoruz:
Bunların,
Vikingler’in sarışınlıkları gibi görünür olanlar var, Madagaskarlılar’ın
Endonezyalı’lıkları gibi, örtülü / saklı olanları var. Her tür tonlama mevcut.
Şunu da
ekleyelim:
Kürtler
Ortadoğu bölgesine dışarıdan geldi. Araplar ise, daha önceki özgün yerleşik
uygarlık başlatıcılarının, 5 milenyum önceki dilsel, ırksal, kültürel mirasçısı
durumundalar.
Bunu da,
Aramca’nın ünsüzlüğünün, Kürtçe’nin İndo-Avrupa ünlülüğünü yenmesi olarak
gözlüyoruz: Arapça ve Kürtçe, en azından bu bölgedeki durumlarıyla, aynı
fonetikteler şu an için. Yapısal ve
tarihsel olarak öyle değil ama.
Yani:
Nasıl ki Türkmenler kürtleştiyse,
Kürtler de aramileşti.
İşte
budur melezlenme, budur harmanlanma.
Arada
Zazaca ve diğer 10 Kürt diyalekti de sizlere ömür amcası.
Biri,
bunları Erdoğan’a, Davutoğlu’na ve Fidan’a anlatsın lütfen.
Kullandıkları silah bumerang ve
geri dönüp onları vuracak yani.
Hep
vurmuş ve vuruyor, yine vuracağını oradan biliyoruz.
Siz
‘önyargı’ diyorsunuz, biz ‘deneyim’ diyoruz buna.
Dipnot.
Burada
asıl sözkonusu olan kültürel lümpen
bezirganlığı yazmayı pas geçtik.
(20 Mart 2016)
Pavlov Köpeği, İnkar Kültü,
Salaktivizm
Beyoğlu’nda
İstiklal Caddesi’ne yakın yerlerde yaşıyorum. 22 yıldır.
Dün 1
bomba patladı orada.
Bombalar
beni seviyor nedense:
Şişli’de
Manukyan’a yönelik, Meydan’da polis ıskalayan, taa 1992 gibi 2 çöp tenekesinde
patlayan bombalara, hep hep tanık oldum.
En son
Kasım 2003’te % 67 olasılıkla öte yana gidiyordum, % 33 ile sağ kaldım.
Kamyonet önümde lastiğini bilerek patlattı. Bekledi. Ben ters yöne yürüdüm.
Sonra kamyonet dosdoğru elçiliğe daldı son gaz.
Kızmadım.
Ölseydim de kızmazdım.
Ateistim
üstelik. Şeritaçılar üstelik. Canıma kastediyorlar üstelik.
Onun
yerine, konuyu öğrenmeye başladım. Öğrendim de.
19.03.16
tarihli bombaya uzaktım. Zaten uyuyordum o sırada.
Olaydan
2 gün önce, insanların unutkanlık kısalığının ne kadara düşüceğini
konuşuyorduk. Arkadaş, Soma için 1 hafta saptamış. Yüzlerce ölü vardı.
Bu
yalnızca 7 saat sürdü. Dünya rekoru kırmış olabiliriz.
Dün ve
bugün çevreyi kolaçan ettim.
Galatasaraylılar
maç derdindeydi.
Siviller,
Mado ve Saray’ı kuşatma altına almıştı.
Hedefin
Nevizade olabileceğini düşünmüyorlardı. Maç 20:00-22:00 arası. Bomba hala
patlayabilir oralarda.
Sonra
bir haber:
“Beyoğlu
İstiklal Caddesi'nde dün canlı bomba saldırısının gerçekleştiği yere Türk bayrakları
asıldı, karanfiller ve ‘Korkmuyoruz’ yazılı kartonlar bırakıldı. Patlama
noktasında ‘selfie’ çeken vatandaşların çokluğu da dikkat çekti.”
Bu,
Pavlov’un şartlı refleksli kuçusu olmaktır; bu, inkar kültüdür; bu,
salaktivizmdir.
‘Korkmuyoruz’
yazan dükkanın vitrini dahil, onlarca dükkan kapalıydı. Öyle de olması daha
uygundu.
Ancak
orada selfi çektirmek, ölülere saygısızlıktır, naaşın üzerine kültür feçesi
etmektir. Zaten, ölenler Musevi olduğu için, Müslüman halkımız belki göbek de
atmıştır.
Bayrak
ne işe yarıyor?
Patlama
anından sonra, oraya yaklaşanları koruabiliyor mu?
1992’de
2 bomba patladığında, insanlar olay yerine doğru gittiği için, daha çok ölü
olmamış mıydı?
Televizyonlar
bunu neden anlatmıyor?
Olay
olsun, heyecan olsun, haber yapalım, gündemi saptıralım mı istiyorlar yoksa?
O
nedenle:
Timur’dan
100 fil daha lütfen.
(20 Mart 2016)
GS-FB Derbisi Ertelendi
En iyisi
yapıldı.
Ancak,
korkunun ecele faydası yok.
Herhangi
bir 50 bin kişilik stadda, er veya geç o bomba patlayacak.
Başvuruyu
GS yapmış. Demek ki aklıbaşındalık onlara kalmış veya ihbar gelmiş.
Üstelik,
maç için GS avantajlıydı. FB hafta içinde, UEFA’da tuş olmuştu çünkü.
Ancak
bu, hala bir yerlerde bir gün bir maç bombası patlamayacak demek değil.
Nokta.
(2 saat
sonra.)
Ek:
Haberin
şekli değişti.
Pu ha
haa...
Efenim
GS, federasyonun ve bakaanın seyirsiz oynanmasına karar verdiği maça çıkmak
istememiş. İtiraz etmiş. Maç da ,o yüzeden ertelenmiş.
Nedir
bu?
Don
lastiği falan mı?
Çek
uzasın, bırak kısalsın.
Bu ne
yaptığını şaşırmış oyuncular, spikerler ve başkanlar, 50 bin kişilik ölüden bahsedildiğini anlamıyorlar mı?
Futbolları
ve paraları, insanlardan daha mı değerli?
Seyircisiz
oynayınca yitirecekleri paraların hesabındalar mı hala?
Gerçekten:
Çakayım
sizin futbolunuza...
(20 Mart 2016)
Ciddi Oyun: Terör ve/ya Savaş Ne
İçin?
Soru
kiplerinde gidilecek.
2
örnek:
Bir:
1945
Japonya.
Birinic
atom bombası patladı. Japonya teslim olmadı.
İkinci
atom bombası patladı. Japonya teslim oldu.
Teslim
kararını imparator verdi. Oysa halk, imparatorun toplu harakiri kararını
bekliyordu.
ABD’de
kaç atom bombası daha vardı?
Kaçını
daha kullanırdı?
Japonya’nın
tamamın öldürür müydü?
Öldürseydi,
kimi sömürürdü?
Öldürseydi,
hiçbir halk bir daha teslim olur muydu ABD’ye?
Savaş
nereye kadar ve ne için?
Vietnam,
son vatandaşına kadar savaş kaarrı uyguladı. ABD, 3 milyonuncu ölüde ülkeyi terketti.
Aradan 35 yıl geçti. ABD ülkeye tarım için geri girdi. Vienam’da şuan asgari
ücret, Dünya’nı en düşüğü ve 25 dolar.
Tersine
soru:
Barış
nereye kadar ve ne için?
İki:
1 Mayıs
1977 Taksim İstanbul.
100 bin
ila 1 milyon kişinin katıldığı mitingde 100 ölü vardı. Ölenlerin tamanına
yakını, izdihamda ezilerek öldü. Dünya7nın tüm paniklerinde de öyle olur zaten.
O 100
ölü, 1980 darbesini meşrulaştırdı.
10 veya
100 bin ölü olsaydı, yine darbe mi olurdu, yoksa iç savaş mı çıkardı?
Not: O
sıralarda, asker ve polis birbirine silah çekmişti.
Terör
nereye kadar ve ne için?
IŞİD
durmadı ve etki üst sınırı geçti. Azalan medya geştaltını yaşıyor şu an.
Not:
Savaş olan bölgelerde terör, savaş meydanındaki ölü sayısını aşabilmeye başladı
artık.
Ciddi
oyun 2 türlü çalışır.
Bir:
Olabilecek felaketleri engellemeye çalışır.
İki:
Olmuş olan felaketlerden, neyin yapılması ve neyin yapımaması gerektiğini
sorgular.
2 madde
bazan birlikte işler, bazan ayrı ayrı.
TC elektrik kesintisi 2015 olayında ise, olmaması çok daha
mümmkün felaketlerin nasıl olup da, felaketleştiğini irdelemek ise, yeni bir
ciddi oyun altalanı oldu.
1975
tarihli, ‘Hannibal’ yazarının yazdığı, ‘Kara Pazar’dan beridir, sayısal üst sınırı olmayan ölülü terör
olayı, tasarlanmış durumda. Reel değil, kurmaca olarak evet ama simülasyon olarak ciddi oyun da,
kurmaca olmakta.
Bunu
şunun için imledik:
Asur
hükümdarının bir zamanlar yaptığı gibi, yendiği ülkenirn tamamını öldürtüp,
topraığına tuz eken tiplemeler de tarihte mevcut.
Bunun
koşutunda bir de, Antik Yunan’ın ve Antik Mezopotamya’nın, ekile ekile ve
sulana sulana öldürülmüş toprağı da var tarihte.
Yani:
Amaç
barış olsa da, sonuç savaş olabilir.
Ve tersi
de.
Evet:
Terör ne
için?
Savaş ne
için?
(20 Mart 2016)
MB ve RB Dilemması
Baştan
da böyle olacağı belliydi ama yine de açık bir kapı vardı sanki gibi ve böyle
olması zorunlu değildi.
MB 10
yıllık, RB 3,5 yıllık birer blog sitesi.
Her
ikisi de gazete kökenli.
Her
ikisi de kurulduğunda, Aydın Doğan mülkiyetindeydi. Sanırım Hanzade Hanım idi,
onun kızlarından biri, anafikir anamız oldu.
Her
ikisinin de, okunma eğrileri aşağı yukarı aynı oldu. Bu da, bize o dönem için tarihsel veri tabanı sağladı. Sayılar,
açıkseçik olarak yayınlandı ayrıca.
Diğer
gazetelerin bu işi kıvıramadığı düşünülerse, başarılı oldukları söylenebilir:
Gazetelerin sanal okurlarının % 1’i bloglardan geliyor ve dijital reklamdan da
iyi para geliyor. Ayrıca, prestijli bir durum blogların varlığı.
Ancak,
bir açmazdalar:
Limit
okur sayısına vardılar ve onun ağırlığını ilk 15 yazar sağlıyor ama 15 biner
yazarları var.
15 bin değil, bin 500 değil, 150 değil,
15 yazar. Binde bir yani.
MB için,
daha da ileri bir ironik durum var:
Bunu,
keçiboynuzunun faideleri hakkındaki eski bir metinle sağlıyor o yazar. Türkiye
haricinde, Dünya’nın hangi ülkesinde keçiboynuzu, terörden daha önemli ve daha
güncel bir konu sayılır acaba?
Tabii bu
yazarlar, bir de sürekli yazıyor. İlk 2-3 kişi, günde 5’er metin gibi yazıyor
ve yayınlıyor. Emekli ve 50+ kişilerden söz ediyoruz. Zamanları çok, yaşayacak
bir şeyleri de yok.
Diğer
bir açmaz da şu:
Gençlerin
en nitelikli metinlerini, bir tek matbu Radikal
Gençlik’te gördüm. Bir de, ilk metnimi yayınlayan, 1984 gibi ‘Yeni Olgu’da.
Diğer
bir açmaz daha:
‘Yeni
Olgu’da metni yayınlanan 300 kişiden bugün yalnızca, 5’i-10’u yazmaya devam
eder durumda.
Büyük olasılık,
haftalık olduğu için aynı sayıya daha kısa sürede ulaşan RG için de bu böyle.
Onlar da, çoktan mezun oldular üniversiteden.
Peki, bu
soruna çözüm ne?
Var mı?
Olması /
aramak gerekir mi?
Sonuçta, hiç kimseye yazma ve yayın engeli yok.
Tabii,
bu çok yazan yazarlar, sürekli anasayfada kalıyor ve virallik kuralıyla,
daha-daha çok okunuyor.
Gençler
de, bir süre sonra küsüp gidiyorlar, aslında yazmayı bırakıyorlar.
Asıl
soru bu bizce:
Editöre
veya rakip moruk yazarlara kızıp,
yazmak bırakılır mı?
Bu,
MB’un ve RB’un ana dilemması bizce...
Ayrıca,
daha çook dilemma var.
Dipnot:
Dilemma,
öyle de yapsan olmaz, böyle de yapsan olmaz, gibi durumlar için kullanılır.
(20 Mart 2016)
+
Dipnot:
Bu metinin
yazılmasından 2 gün sonra, sanal Radikal ve RB kapatıldı.
O
nedenle:
Önyargı
değil, deneyim.
20.03.16, 20:55.
Yazı Yolu: Twitter ve Blogger
Notu
Twitter’da
19.03.16 10:00 ile 20.03.16 10:00 arasındaki 1 günde, yaklaşık 7 bin tıklanma
almışım ama tek tek metin olarak sıçrama yok.
Twitter’da
da olan ve Blogger’da yaklaşık 300 kere tıklanmış olan metnim ise, Twitter’da
listede yok.
Bunun
tek mantıklı karşılığı, birilerinin metinlerimi bu 2 site dışına linklemesi.
Almanya
blog sitesine Almanya blog sitesi izlenmesine sokulmam ve Blogger metinlerime
yine Almanya’dan bir arama motoru araması eklenmesi, yavaş yavaş yurtdışına
çıktığıma emaret demek olsa gerek.
Yine de,
yanlış tıklanma mümkün. Blogger’daki 1 metnim (orada en çok okunan anime
metni), bir porno sitesinin linkine girmişti, oradan biliyorum.
Demek ki
internette bir eşik geçilinca, savrulmalı olarak yeni mecralara sokuluyorsunuz
ama siz bunu izleyemiyorsunuz.
Kesin
bildiğim bir şey var:
Bu
durumumla bir okunma sıçramasının önündeyim ve bu durumumla bile, reklam için
alt eşiği aşmış durumdayım.
Sınır,
günde 2 bin ve ben, günde 10 bin sınırını aştım ilk kez (8 Tw + 4 RB = 12 k).
Not 1:
Koxuz Almanya’da yayınlanamama ile, daha 1999’da geleceğimin yönsemi belliydi
ama hala TC’deyim ne yazık ki. Trajikomik bu.
Not 2:
2001 Londra eksodusum olsaydı, son 20 bin sayfa metin yazılamamış olurdu. Ama
bundan sonra, yazmam ne eksilir, ne de bozulur. Yaşlandım çünkü.
Not 3:
Wn.com
(World News), son 30 aydır, Türkçe dahil, Dünya bloglarını yayınlamaya
başlamış. Türkiye’den RB ve MB var, diğerlerini göremedim.
Selcen
metni, orada çok tıklanmış olabilir.
Not 4:
Almanca
haber sitelerindekilere bakmayı bir öğreneyim.
Canlı Bomba Nasıl Engellenir?
İlk
soru:
Engellenebilir
mi?
Evet.
Bundan
sonrası ise tuhaf.
Kurmaca
ve sanat, bu alanda da gerçek yaşamı geçmiş.
‘Hannibal’in
yazarı Harris, pek bilinmeyen romanı ‘Kara Pazar’da, bir spor olayında, bir
stadyumda, bir zeplinle kitlesel katliamı anlatır.
Sjöwall
ve Wahlöö, Martin Beck onlamalarının onuncu ve son cildi olan ‘Teröristler’de, doğal
gza borusuna yapıştırılan bir plastik bomba ile bir ABD senatörünün ve İsveç
başbakanının katlinin hesabını anlatır.
Bunu
film yapamayacaklarını düşünenler, bir maratonda katliam konusunu film
yaparlar. O da, gerçek Boston Maratonu’nda gerçek olur ve bir katliam yaşanır.
Öykülerde,
2 katliam da engellenir.
İkincisindeki
katliam engellenir ama başbakan romanda yine vurulur. Gerçek yaşamda da, Olof
Palme öldürülür. Ki zaten filmin öyle yapılmasının nedeni de budur.
2 düz 1
ters: Haroşo.
2 katliam
engellenmesinde de, bomba etkisiz duruma getirilir.
İkincisinde
bomba paketlenir.
Bizim
de, canlı bombaya önerdiğimiz budur:
Bomba
yalıtık bir örtü kullanmak. 2,5 x 2,5 metre maksimum ebatlı. Çelik yelek gibi,
çelik parçası geçirmez.
Engellenen
GS-FB derbisinde kullanabilecek olan zeplin gibi bir canlı veya cansız bomba
da, daha zor olarak paketlenebilir.
Uçuk
görünebilir ama unutmayın ki beyin fırtınasında, mayını üflemeyi öneren birinin
sayesinde gemiler, mayınları gerçekten üfleyerek uzaklaştırmayı mümkün
kıldılar.
Bomba
yalıtıcı örtü yapmak kolay.
Zor
olan, en az 2 bomba imhacı gibi, 2 örtü örtücü eğitmek.
Sonra
da, bunu belki de en çok 1 saniyede becermek.
Sultanahmet
patlamasında 1 kişi, bombacıyı teşhis etti, bağırdı ve ölü sayısını azalttı.
Yani,
uzman birileri onu erken teşhis edecek ve sessizce durduracak.
Ek
olarak ‘jammer’ da gerekli. Sonuçta, 2 ateşleyici düzenek var genelde.
Bunu,
ilk kezinde becermek zor ama bir kez becerildi mi canlı bomba yöntemi orta
vadede sıfırlanır.
Ulusal
polisler, Dünya’sal denek olmak istemeyebilirler belki.
O zaman
bakmayı ve görmeyi bilenlere tüm kenti izlettirin.
Artı,
önceki canlı bomba kamera kayıtlarını incelettirin.
Ortak
yanlar belli:
Diğerlerinden
farklı devinen, salınan ve yönelen biri veya birkaçı.
Deneyin
başaracaksınız, eminim.
Dipnot:
Tabii ki
antrenman ve deney, en iyi öğreticidir. Örtüyü yapın ve sivil yaşamdan önce,
askeri olarak deneyin. Hızı ölçün. Refleksleri ve sürprizleri açık bırakın.
Ciddi oyun oynayın yani.
Gerekirse
de, ufak tefek fireler verin bunun için.
Sonra
da, isterseniz İsrailliler için kullanmazsınız, olur biter.
(21 Mart 2016)
Aile Türleri
ABD tipi
aile çeşitleri, ‘USA Almanac’a göre şöyle:
Çocuksuz
kadın tek, çocuksuz erkek tek, bekar anne, bekar baba, büyükanne-büyükbaba tipi
aile (4 çeşidi olabiliyor), olağan aile, dul anneli aile, dul babalı aile,
eşcinsel anababalı aile / hane (kadın-erkek eşcinsel aile ayrımı yok), (Los
Angeles için) biseksüel aile (poliseksüel ayrımı yok), 18 yaş altı çocuk grubu,
diğer.
Türkiye’de
geleneksel ailede 3 veya 4 kuşak birarada yaşardı eskiden. Köylerde hala
sürüyor ama kentlerde kalmadı. Çekirdek aile var şimdi.
En sonki
Medeni Kanun momentinde, eğer değişmediyse, ayrı evlerde yaşayan nikahlı
karı-koca ve aynı evde oturan nikahsız erkek ve kadın olarak aile kabulleri
var.
Bekar
evleri ve pansiyonları var.
Büyükkentlerde
tek yaşayan kadın ve erkek oranı % 5’i geçti.
Resmen
yok sayılsa da, bildiğimiz imam nikahlı aile tipleri var. Kuma kentlerde
kalmadı.
Dikkati
çekmese de, yabancıların 10 kişilik göçmen-işçi aileleri var.
Bu 2
kültür tipini bilerek birarada irdeledik. Dünya’da böyle belki 100 (yazıyla
yüz) tip aile kültürü var.
Ancak
nedense:
Hepsi
kutsal aile.
Faşizmde,
komünizmde, ateizmde, şeriatta...
Dünya’nın
7 milyarının 4’ü boş yereymiş ne gam...
50 yıl
çocuk doğmasa ne gam...
Norveç
ve İsviçre, doğmamışlara maaş bağlayabilecek kadar zengin 1. Dünya’da...
Onlar
üremiyorlar ve aile kurmuyorlar, 3. ve 4. Dünya haldır haldır fare gibi ürüyor.
Sonra da
gelsin Neo-Kavimler Göçü...
(20 Mart 2016)
Önemli olan ‘İbneyim’ diyebilmek!
Doğruları
yanlış kişiler dilegetirmeyecek.
Enformasyonun
kurallarından biri bu.
Yukarıdaki
sözü, Beşiktaş Belediye Başkanı Murat Haznedar etmiş.
Ne için
etmiş?
Kendisine
‘Fetöcü’ deniyormuş.
Bu lafı
nerede etmiş?
Fetöcü
sayılan ‘Nokta’ dergisine.
Kim
etmiş?
Armağan
Çağlayan’a.
Tam,
törlerle sağırlar, birbirini ağırlar, durumu.
Devam
etmiş kendisi:
“CHP'li
Beşiktaş Belediye Başkanı Murat Hazinedar, kendisi hakkındaki cemaatçi
iddialarını cevaplarken, "Adama ibne diyorlar, şunu bunu diyorlar da ne
var bunda FETÖ'cü demişler. Önemli olan ben ibneyim diyebilmek. Siyetçiysen
aykırı figürsen her şeyi söylerler" dedi.”
Dediğiyle
yaptığı birbirini tutmamış.
Cemaatçi
mi, değil mi?
Hesapça,
doğrudan konuşuyor ama bunu yanıtlamamış. Lafı evirip çevirmiş.
Armağan
Çağlayan ise, medya ünlülerinden.
Paparazziye
varmadan, sansasyonu geçince, durumunda.
Başkan,
CHP’de siyasal ensest olduğunu da söylemiş.
Bununla
tam neyi kastettiği belli değil ama daha çok, kimin eli, kimin cebinde,
durumunu imlemiş olsa gerek.
Bazıları
için ise siyaset, tam da ve yalnızca bu.
Buradan
anladığımız ilk şey, kendisinin 2019’da aday gösterilmeyeceği.
Gersi
ise şu gerçek:
Bir
Beşiktaş belediye başkanı ile Çağlayan’ın farkı yok. İkisi de geçici ünlü. Kam
sürüyorlar işte.
Tencere
ve kapak birbirine yakışmış.
(21 Mart 2016)
Cahil halka daha çok güveniyorum!
E tabi
olağandır, cahil halkı kerizlemek çok kolaydır.
Onlar da
yöle yapıyorlar zaten.
Peki,
yukarıdaki inciyi kim döktürmüş acaba?
“Sebahattin
Zaim Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Bülent Arı, okuma oranı arttıkça,
kendisine afakanlar bastığını söyledi ve cahil, okumamış halka daha çok
güvendiğini belirtti.”
Diyene
bak:
Profesör.
Nerede
demiş bunu:
Cumhuriyet
TV’de.
Diğerleri
de böyle düşünüyor ama bu kadar pervasızca bunu dilegetiren ilk o olmuş.
Sonuncusu
da olur herhalde.
Terör
olaylarında ölen Museviler’e sevinen AKP’li sıkmabaşlı kadının partiden ihracı
gibi, onu da hall ederler yakında.
(21 Mart 2016)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder