30 Mart 2016 Çarşamba

Mart 2016 Metinlerim: Parça 3 / 4

Ankara Saldırısında 3. El Şüphesi: Araç Uzaktan mı Patlatıldı?
Bir haber:
“Ankara Kızılay'daki bombalı saldırıda kullanılan araçta yapılan kriminal incelemede, otomobilde çifte düzenek bulunduğu, ateşleme düzeneğinin birisinin araçta, diğerinin ise uzaktan kumandalı olduğu belirtiliyor. Bugün basına yansıyan bu bilgiye göre, saldırı sırasında olay yerinde bulunan ve gözcülük yaptığı belirlenen üçüncü bir kişi söz konusu ve aracın uzaktan kumandayla patlatıldığı ihtimali gündemde.”
Öyle değil tabii ki...
Fiilen Türkiye’de ilk kez 1993’te Uğur Mumcu’yu öldüren bombada kullanılan, kurmaca olarak ise, daha eski bir örnek olan yurtdışı olaylı, ‘Küçük Trampetçi Kız’daki düzenek sözkonusu.
John le Carre, meslekten gelen bir yazar olduğu için, bu düzeneği biraz daha önce öğrenmiş olmalı. 1960’larda bu düzenek yoktu veya kullanılmıyordu bariz olarak. (Belki de, polis henüz duruma aymamıştı.)
Ayrıca, bu ikileme ve çoklama dizisi, 1 + 1’den, en sonki terör olaylarında 4 + 4 durumuna kadar geldi.
Öyküde İsrailliler’e karşı Filistinliler kullanır bunu. Ancak, Dünya’da bomba tasarlayacak zekada ve yetenekte az insan vardır. Bekaa Vadisi’nde bunlar, her türden teröristi az uzaktaki kamplarda yanyana eğitirdi 1970’lerde, aynı kişiler yani. Türkiye’den kişiler bile oralarda eğitim aldılar.
Ayrıca, canlı bombanın Tamil icadı olup, Filistinliler’e mal edilmesi gibi, bu da taa 2. Dünya Savaşı’ndan kalma bir yöntem bile olabilir.
Sonra, anonim bilgi olup globalleşmiştir.
Bu, yavaş hızlı epistemik viralite, imlenmesi gereken bir durum.
Atlı savaş arabalarının veya tatar yayının yayılması da, buna benzer süreçlerden geçti tarih içinde. Tatar yayına bin yıl aradan sonra geri dönülmesi gibi bir durum sözkonusu olduğundan dolayı, 30 yılllık bilginin yeniden geri dönüşü de sözkonusu olabilir burada.
İkili düzenek neden?
Biri patlatmazsa, diğeri patlatsın diye.
Ama bu da, yapanı ele veren bir bulgu aynı zamanda.
Ankara patlamasında da, hem kişisel-doğrudan patlatma, hem de uzaktan patlatma düzeneği birarada olabilir veya olmuş olmalı.
Bu da, bombacıları yakalatacak bir upucu olabilir.
O nedenle bombacıların, birincisi patlayınca, ikincisinin de yok olacağı yeni bir ikili düzenek icadı gerekli. Yoksa, olmuş armut gibi yakalanırlar.
(16 Mart 2016)
Yeni Bir Alaturka Kültür Momenti
Devletsizlik denetimsizliğindeki artan talan eğilimi, inkar kültü ve sınıf atlama eğilimi birleşince, ortaya neo-alaturka bir harp zengini olma eğilimi vektörü çıktı gibi.
Henüz, konturları belirginleşmiş ve formu kesinlik derecesinde oluşmuş denemez pek.
Limitine yavaş yavaş varmakta olan bir tür Brown hareketi / titreşimi gibi. Aynı yöndeki titreşim vektörcükleri toplanıyor gibi.
Bu, felaket koşullarında daha önceki davranış örüntülerinde belirtilmeyen, kitlenin talan eğilimini de imliyor. Talancıların oranı önemli değil, hasarı belli ama. Ancak, üst düzey felaket talancıları, gerçekten istisna oranda gibi.
Bunun için açıklama anekdot notlar:
150 bin kişilik İzmit-Gölcük merkezinde, 1999 depreminde, askerce yasaklandığı halde, talan yaparken yakalanıp kurşuna dizilip öldürülen insan sayısı 150 imiş (birinci elden ve içeriden bilgi). 150 bin kişiyi, büyükkent için 1,5 milyon da sayabiliriz belki ve o zaman oran onda bire daha iner.
Bunlar, halkın moralini bozucu ama felaket fiziksel koşullarını daha kötüleştirici olmayan ikilikte.
İnsanlar, boşa yönelik şiddet ve intikam hissi kazandıkları için, onlar öldürülüyorlar. Kitlenin felaket ertesiki direncini yok ediyorlar çünkü.
Bir de şu var:
Yıkık binaların demirini almak bir şey değil, bunun için Samsun’dan İzmit’e gitmek berbat (bu da tv haberiydi).
Bir de şu var:
1964 gibi, Dünya’da deprem koşullarında en yüksek dayanışma gösteren kültür çıkmıştık. 1999’da ise dip vurmuştuk. Bu ikisi arasındaki farkın tümünü, neo-liberalizme bağlamak zor. Kitlenin teşneliği sözkonusu, sürü psikolojisi sözkonusu, genel yardımcıysa yardımca, genel talancıysa talancı olmak gibilik sözkonusu. Ki bu da, davranış viral-yayılımı demek.
Nokta. Es.
Bu alanı, daha çok çok gözlemem ve notlamam gerek. Bu metin, yalnızca bir ipucu oldu.
(16 Mart 2016)
Mahkeme Ateist Aileyi Haklı Buldu: Çocuk Zorunlu Din Dersine Girmeyebilir
Bir haber:
“Antalya'nın Kumluca ilçesinde bir ilkokulda dördüncü sınıf öğrencisinin anne ve babası, ateist oldukları gerekçesiyle çocuklarına verilen zorunlu ‘Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi’ dersinden muaf tutulmasına ilişkin açtıkları davayı kazandılar.”
Vay be. Hem de AKP TC’sinde.
Bravo o aileye. Bravo o mahkeme heyetine.
Benzeri bir durumu, kendim lisede 14 yaşında yaşamıştım. Annem de, babam da ateist değil ve din dersine girmek istemedim.
Babamın imzasını taklit edip, kendime izin kağıdı yazdım. Din derine de 3 yıl boyunca girmedim.
En son 2010 gibi, nüfus kağıdında din hanesi boş bıraktırılabilir, diye izin çıkınca, nüfus müdürlüğüne gittim. İnfialle karşılandım. İşi yapamayacağımı anlayıp, gerisin geri döndüm kös kös.
Nüfus kağıdında dini olan bir ateistim şu an. Müslümanlar da cennete gidiyor herhalde, bir ateisti Müslüman diye zorla kaıtlı tuttukları için.
Bunlar bireysel mücadeleler.
Bunları bir tarafa bırakalım. Gelelim sadede. Bakalım partilere:
MHP ve AKP’den ateist milletvekili adayı beklenmez.
Peki ya CHP ve HDP?
Ateistler; Çingeneler’den, eşcinsellerden, sosyalistlerden daha mı az özgürlük hakkına sahip bu 2 partiye göre?
Demirtaş, namaz kılacağına, bu soruyu yanıtlasın önce.
Kılıçdaroğlu’nu ise pas geçiyorum. Hani, düz yola koysan, partiyi batıracak biri benim için kendisi, o kadar berbat yani.
E tabii ki:
Sevgilim, gelecektir bu memlekete hürriyet...
Ve fekat, ben göremeyeceğim oni...
Dipnot:
Resmen % 2’yiz. Yani, yukarıda sözü geçenlerden daha çoğuz ama azınlık olarak çokluk geyiği yapmayacağım. Kürt lümpeni değilim sonuçta.
(17 Mart 2016)
Facebook Monoloğu
Savaş, terör gidişine karşı 2 tuhaf tepki var çevremde: Bir: Tümüyle inkar. İki: Kilitlenme. Ancak, insanların hemen tamamı, başkalarına göre pozisyon almak gibi bir eğilim içinde aynı zamanda. Bunların hepsi birarada, çekme ve itme hesaba katılırsa, kaotik davranış pertürbasyonları demek. AKP, balyozunu sertleştirecek ki sanırım o zaman inkar artar, çünkü tarih öyle söylüyor. Fethullahçılar bitti, Kürtler bitti, üçüncü kurban dalgası kim olacak bakalım? Cumhuriyet gazetesi deniyor ama o çok küçük bir lokma olur. Aydın Doğan'ın olmaması ilginç oldu örneğin.
+
Ekonomi ve kültür olarak, reformasyon ve restorasyon limitini geçtik tümüyle. Ancak şu olabilir: AKP'nin hasarı, 2018-üniversite kuşağına özgürlük vakumu açabilir belki. Yoksa Türkler, Araplar'dan beter olmak üzereler. Küllüm mafiş olduk.
+
Kendimi, tarihten sürekli sopa yiyen bir Niyazi gibi hissediyorum. Hıyar gibi yani.
+
Polyanna'cılık oynayayım: Yahu, iyi ki intihar yetim yok. Yoksa, bir de erken ölecektim. Şimdi mal mal sinirleniyorum hiç olmazsa.
+
Sinirlenince de, Puik gibi kaşınıyorum. Bu, ürtiker beni deli ediyor.
(17 Mart 2016)

Suriye Kürt Federasyonu Kuruldu
Bir haber:
“Suriye'deki Kürtler’in ülkenin kuzeyinde federalizm ilan ettiği açıklandı. Kürtlerin kontrolündeki üç kanton da federalizme onay verdi.”
Oohh...
Suyundan da koy...
ABD, karşı çıkıyormuş gibi yapıp, es geçecek.
AB, kendi derdinde.
TC ve Erdoğan, hobareyyy dalacak...
Herhalde 16-17.03.16 gecesi Saray, komple göbek atmıştır sevinçten.
Ahan da, size savaş nedeni...
Ahan da, size olağanüstü-olağanüstü durum...
Ahan da, nah size seçim...
Başkanlık desen, oğğ yeeğğğ...
Salih Müslim ve Abdullah Öcalan ikilisi, MİT eş başkanları yapılmalı bence. Hakan Fidan’ı bile aştılar çünkü.
Savaş çıkacak mı?
Zaten vardı. Yangına benzin döküldü.
Terör artacak mı?
Zaten vardı. Yangına benzin döküldü.
İngilizler’in dediği gibi:
Tecavüz kaçınılmazsa, zevk almaya bakın.
İşin zevkli bölümü şu:
Hem Musul, hem Kobani savaşları var şimdi.
Bu, her ne olacaksa, zamansal olarak yarıya veya çeyreğe düştü demek olacak. Zaten, Erdoğan’ın da çok zamanı yok elinde. O nedenle, çok acımasız olacak. Gerçek Acımasız.
2011-2016 Arap baharatı yerine, 2016-2017 Türk-Kürt baharı.
Pu ha haa...
İlk tahmin:
Kürtler ilk etapta 200 bin ölü, Türkler ilk etapta 50 bin ölü.
Putin, acilen neden tüymüş anladınız mı?
Ayak altında dolanıp da, bomba yememek için abisi...
Erdoğan kadrosu, bu savaşı kazanabilir mi?
Şu anda kazanılabilir savaş yok. Durdurulabilir savaş da.
Kör dövüşü var yalnızca...
Erdoğan, Allah’ından istedi 1 göz, Allah ona verdi 2 göz.
2 savaş yani...
En önemlisi şu:
PKK-IŞİD işbirliği mi yapacak, iş bölümü mü, kan davası mı?
Zurnanın zırt deliği burası.
Ama:
Bence hepsi Pepsi...
Troçki:
Siz, savaşla ilgilenmeyebilirsiniz ama savaş sizinle ilgilenir.
Anonim:
Trajediler yinelenince, komedi olur. Trajikomedi yani.
Hem gül, hem ağla yani.
Gül’e güle güle yani.
Tek taşla çok kuş yani.
Dipnot 1:
Fotoğraftaki Türkçe ibareler, PKK-PYD işbirliğinin kendi dilleriyle itirafıdır.
Dipnot 2:
Artık rahat rahat, hain evlat Ökkeş tahminlerimi yazabilirim.
(17 Mart 2016)
Hollandalılar, İngilizler, Çingeneler, Türkler
Uzun hikaye. Karışık hikaye. Bazı yerleri muğlak hikaye.
Bir:
İspanya’ya maç için giden Hollandalılar, oradaki Çingene göçmenlere, sadaka parayla şınav çektirdi.
Bu İngilizler’in genleri, 10-20 ulusun geninin melezi olan bir karışım. Çingeneler safkan ama.
Sonra bir Türk, oraya gidip, bu Çingeneler ile ropörtaj yaptı.
Ortaya çıktı ki bu Çingeneler, İspanya’ya Türkiye İstanbul Soğanlık’tan gitmişler.
Sorun şu ki bu Çingeneler, Kuzey Hindistanlı tipli değil. Daha çok Sırbistan esmeri tipli.
Not: Bu hikayenin tamamlanması ve yazılması uygun olacak.
İki:
Aynı davranışı, aynı hafta, yine İspanya’da, yine maç için giden İngilizler yineledi bu kez.
Malumunuz biz Türkler, gereğinden çok dilenciperveriz, boş bırakmayız onları.
Örneğin, fakir Suriyeliler’e sadaka veren çok Türk gördüm ama hiç zengin Suriyeli görmedim son 3 yıldır.
Yine biz Türkler, İstanbul’daki Afrikalı göçmenlere ‘şopar’ demeyiz ama ilginç biçimde Çingeneler, öyle diyorlar, kendilerine öyle dendiği için herhalde.
Bu, bir ‘it ite, it de kuyruğuna’ durumu.
Ancak, Angllar’a giren çıkan ne?
Tamam, ülkelerinin en lümpen kesimi futbol seyircisi olmakta.
Bu lümpenler, İstanbul’a süper kupa finali için geldiklerinde, Taksim Meydanı’nda, sabahın köründe, kasa kasa bira içip, tekel bayilerini zengin etmişlerdi.
Ve aynen filmlelerdeki gibi, Obelisk (Oburisk) tipli, 1.90 boylu, 150 sm belli, süt beyazı ten gibi, acaip bir karışımda tiplerdi.
Ancak, başkalarını gülünç duruma düşüreceğim derken, kendileri feci gülünç durumdalar. 2 videolardakiler de öyle.
Biz Türkler, pek o kadar standart tipli içmeyiz. En azından ‘öpiyim abü’ ve ‘döverim leyn’ tipimiz vardır ayrı ayrı.
Bunlar standart sarhoş: Futbol fanatiği karikatürü.
Tüm bunları şunun için azdık:
Yeni Kavimler Göçü’nde, 1. Dünyalılar’ın da böyle dip-dip banalitede davranışları var.
Yani:
Sanıldığının tersine, eski aristokratlar ve yeni %o 1’ler bile bayağı olurlar.
Zaten hizmetçilerinden çocuk yapmak, özellikle sakat metres bulmak gibi fantazileri bol bol yaşadıkları kayda geçmiştir.
Yani:
Dünya’nın tek ‘Shit-Will-Age’i İstanbul değil bu sıralar...
Ne yazık ki oralara gidip, onları da yazamıyoruz. Midemiz, hepsini kaldırmaz zaten...
Dipnot:
Yukarıdaki metin yazıldıktan 1 gün sonra, seyirci-turist Çekler, deplasmanda dilencilerin üzerine işediler. Midemiz gerçekten kaldırmaz bunları ve bu yaştan sonra katil olmak istemeyiz.
(17 Mart 2016)
Suriye Kürt Federasyonu Kuruldu: Tepkiler
Rusya ve ABD, ilandan daha önceden tepkilerini belirtti:
Rusya, Suriye’’den geçici ve az olarak çekildi. Yani, Esed’i kaderiyle başbaşa bıraktı. Ancak, Kürtler’i daha öce kazayla da gibi olsa, bombaladı.
ABD, yarı veya tam özerkliği tanımayacağını belirtti. Ancak, hukuk ve guguk oyunları yalnızca bizim ülkeye özgü değil. Br sürü ‘ama’lar icat edilebilir yani.
AB, tınmadı bile, çünkü Suriyeli mültecileri gerisin geri Türkiye’ye dehelemekle meşgul. Sanki, onlar durup dururken kaçmış gibi. Sanki TC, bir kez daha aynı ayak oyununu sergilemeyecekmiş gibi. Sanki, bedava çalışacak göçmene gereksinimleri yokmuş gibi.
Suriye, olumsuz tepki gösterdi.
Hizbullah, Suriye’den çıkmayacağını belirtti.
Şu an medyanın Suriye’den haber vermeyi kesmiş olması, orada ateşkesin yürürlükte olduğu anlamına gelmiyor tabii ki.
Sonuç:
Bol gürültü ama anlamlı açıklama yok.
Kürtler, fırsattan istifade etmeyi istiyorlar. Ancak, hesapları tes dönecek: Önce, hem ABD’yi yanlarına çektiler, hem de Rusya7yı. Şimdi, hem ABD’yi kendilerine düşman kılacaklar, hem de Rusya’yı.
Yanar döner, devran döner.
Dipnot:
Bu ülkede en deriin uzmanların bile neleri ıskaladığı, eski Erbil başkonsolosu Aydın Selcen’in şu sözleriyle ortaya çıktı: “...bu kantonlar birleşecek diye bir ulusal tehdit algılamanın da bir anlamı yok...”
2 gün sonra kantonlar federasyon ilan etti.              
(17 Mart 2016)



Facebook Psike Art Diyaloğu
Postmodern toplum:
Anal uygarlıktan oral uygarlığa bir geçiş mi?
Eğer modernizm dünyayı kontrol etmeye çalışan “anal” bir uygarlıksa, postmodernizm her şeyi içine almaya hazır ve bağımlı “oral” bir uygarlıktır; bu da insanlık olarak regresyon yaşadığımız anlamına gelmektedir.
Feyruz Usluoğlu, Psikeart "Zaman".
+
Reha Ulku, Kargaların ve tavşanların feçeslerini yedikleri düşünülürse, illa ki öyle olması gerekmez. Bu işin esprisi. 21. Yüzyıl'da 19. Yüzyıl jargonunu kullanan birini kınıyorum burada ve açıkça. Asıl epistemik regresyon budur, kültürel ve mental olarak, enformasyon ve kognisyon olarak. Asıl durum: Homo Sapiens ile Homo Posterus (insan sonrası tür ki bu ikisi Neanderthal'ler ile Sapiens'lerin yaptığı gibi, çiftleşebiliyorlar) arasında evrimsel bir yol çatallanması var. 1945-Hiroşima ve 1957-Sputnik ikilisinden beridir.
(17 Mart 2016)



Faşizm Nedir, Ne Değildir?
Önce, daraltmalı bir alıntı:
“Milliyetçilik ... diğer milletlerden nefret etmek, onları düşman ve tehdit olarak görmektir. Çelişkiyi, işçi ile patron arasına değil, o millet ile bu millet arasına koyar. Böylece, hem gerçek çelişkiyi perdeler, hem de halkların arasına nifak sokar. Milliyetçilik, işçi ile patronun 'aynı gemide' olduğu, çıkarlarının 'milli menfaat' adı altında ortak olduğu türünden yalanlar söyler. Burjuva ideolojisidir. ...
Milliyetçilik ile faşizm arasındaki sınır da belirsizdir. Milliyetçinin iktidarı ele geçirmişine faşist denir. ... Faşizm, ırkçılık demek değildir. Örneğin, Mussolini ırkçı değildir. Faşizmin alameti farikası, milliyetçiliği başlıca ideoloji olarak benimsemiş olmasıdır. ...
Faşizm, devlet egemen bir ideolojidir. Devlet siyasal, kültürel ve toplumsal yaşamda egemen kılınır. Lider kültü vardır ve lider anayasanın üstünde tutulur.”
Sonra bir alıntı daha:
“One common definition of the term focuses on three concepts: the fascist negations of anti-liberalism, anti-communism and anti-conservatism...”
Yani:
“Anti-liberalizm, anti-komünizm ve anti-muhafazakarlık.”
Bu İtalyan Faşizmi’nin tanımı.
Orada Papa var, kendisine karşı anti-muhafazakar olunacak (Don Camillo hesabı yani). Mussolini desen, Papa’yı sevmiyor. O nedenle İtalyan papazlar, anti-faşist cephede komünistlerle birlikte mücadele edip, 1943’te İtalya’yı Sicilya üzerinden müttefklere teslim ederler.
Tarihe hafiften bir bakalım:
1915 gibi, 1. Dünya Savaşı ertesinde İtalya, ne emperyalist, ne de koloniyalist idi. Almanya gibi o da, göreli geç olarak ulusal birleşme yaşamıştı.
İtalya savaş galibi idiyse, Almanya savaş mağlubu idi.
İtalya’nın Yunanistan’ın Ege adalarını almaları da, tarihin bir cilvesi.
Dolayısıyla birinci saptama:
İtalyan Faşizmi olsun, Alman Nazizmi olsun, 19. Yüzyıl geleneklerinden devşirme ideolojiler.
Yani, bugün bildiğimiz anlamıyla, karteller, oligarşiler, tekeller türü faşizm pratikte yok o zaman. Almanya’da Krupp var ama o, 2. Dünya Savaşı ile / boyunca Krupp Faşizmi’ni inşa ediyor, daha önce değil.
Bu arada Mussolini ve Hitler, bir türlü geçinemiyorlar. Oysa tarih, onların kanka olduğunu söyler bizlere hep.
Dolayısıyla ikinci saptama:
Her ikisi de, en azından başta, ‘ya tutarsa’ türünden bir oportunizm içinde.
Her ikisi de, tavırlarını sosyalist / komünist partilerin yarattığı ters-tepkiden alıyorlar.
Her ikisi de, soyut kavramlarını şu ya da bu biçimde, sosyalizmden apartıyorlar.
Vurgu: 1915’te henüz ne Lenin var, ne de SSCB, Dünya gücü olarak yani.
Mussolini’nin korporatizmi liberalizme karşı, çünkü halkı kendi tarafına ancak küçük sermaye ile alabilir durumda.
Aranot: Bugünün koşullarında, mikro-krediciliğin, mikro-korporatizm / kooperatifçilik üzerinden, neo-mikro faşist(çik)ler ve yarının orta boydaki 3. Dünya faşizmlerini yaratttığını da imlemiş olalım ama bu, tümüyle başka bir metnin konusu.
Gelelim alaturka metne:
Milliyetçilik, aşiretçilik ve budunculuk üzerinden hep vardı. Yalnızca, o zamanın koşullarındaki 1 milyonluk kentler ve 10 milyonluk ülkeler için, yeni olarak ebat ayarlaması içerdi, o kadar. Yani, 1 milyonluk aşiret olamıyor da millet olabiliyor ancak. (Gerçi böylelikle, nicel değişimler kendiliğinden nitel değişimlerdir, oluyor, ayrı konu.)
Milliyetçiliğin tek dil-ırk-din anlayışı ise, Fransa Devrimi icadı. 1793 momentli gibi. Çünkü Fransa’da da o zaman tek dil yok. 5 tane var ve 4’ü tasfiye edildi.
Irka gelince, Hitler’in karakafa olması ironisi gibi, AB ülkelerinin hiçbiri tek ırklı / uluslu / aşiretli değil. Belçika veya İsviçre gibi küçük ölçekliler bile. Kavimler Göçü ve malum Orta Asya istilaları nedeniyle, bu mümkün olamamış. Macarlar’ın kökeninin Macaristan’dan 8 bin kilometre ötedeki Urallar olduğunu bilin, yeter.
Dine gelince, Hristiyan mezhepleri ve iç savaşları, AB’nin bin yıllık derdi olagelmiş. Tek mezhepli ülkeler, hep diğer mezheplerin katliamıyla elde edilmiş.
Yani kısaca:
Faşizm, en başından beridir bir yalan söylem.
Yamalı bohçalık, duruma göre davranış geliştirme, hep bildiğimiz küçük insan ideolojileri.
Bu arada:
Ne en yaygın, ne en zalim, ne en çok insan öldürmüş ideolojidir faşizm. Yalnızca, adı çıkmış dokuza, inmez sekize, durumu var. Türkiye’deki yılda 1.500 işçi ölümünü de faşizm icat etmedi. Ondan önce, çiftçi ölümü vardı.
Şu veya bu değil faşizm. İnsanlar abartıyor yalnızca.
Asıl ilgilenilmesi gereken, din ile ilişkisi de, o zamanki papazların yanlış taraf tutması nedeniyle, gözden kaçırılmış bir gerçek.
Not: Burada Türk-İslam faşizm-engizisyon eşlenikliğini imlemiyoruz, ne 1975, ne 2015 momentiyle. Onu da zaten, ne Bezm-i Alem yapabildi, ne de MSP-MHP ikilisi. O, 2015-neo momenti. % 99 mücadele etmeyi öğrendikçe, % 1 de 2, 3 veya 10 yüzlü bıçak kullanmayı öğreniyor.
Vurgu:
Faşizm, boş tanımlı bir kümedir, demedik hiç.
Faşizmin söyledikleriyle yaptıklarının bir olmadığını açımladık.
Burada önemli olan şu:
Hadi, % 50 ümmi / okumazyazmaz en büyük yalan söyleyeni yutar da, nasıl olur da %o 1-5’lik okumuş yazmış aydın bunu yapar?
Örneğin:
Alaturka metin, solun Kürt hareketinden kopması zamanı glediğini önesürüyor. Biz, zaten bunun hiç olmamış olması gerektiğini savunduk. 1983’ten beridir. Kendilerinden dinledik ne istediklerini çünkü.
Çünkü:
Sol, ne nasyonalisttir, ne de transnasyonalist.
Çünkü nasyonalizm, hiç var olmamış bir kategoriyi uygulamaya çabaladı.
Çünkü nasyonalizm, epistemik dezenformasyondu.
Çünkü, nasyonalistlerin hiçbiri sol olamazdı, olamadı da.
Çünkü, bazı süzme hıyarların önesürdüğü gibi, hem Müslüman, hem sol olunamıyor. Ulusalcı sol da olunamıyor. Özgür-kul da olunamıyor. Liberal-muhazakar da olunamıyor.
Tamam, düşmanınız sizi kandırmak için uğraşabilir.
Peki, neden siz kendinizi kandırmak için tam 50 yıl uğraştınız ey Türk solu?
1965 ve TİP’ten beridir...
(TİP’i Kürtçülük kapattırdı 1971’de.)
Kendi ayağınıza bağladınız prangayı çözün artık.
Soruları da yanlış biçimde sormayın.
Yani:
Kurbağa olup da, akrebi sırtınıza almayın.
Yoksa, 1’den sonrası istatistik, olmakta...
Dipnot:
Eğer bugün faşizm tanımı yapılacaksa, yer ve zaman ayrıntısı özellikle verilerek, tanımlar yapılsa gerek. Bunu da açıkça notlamış olalım burada.
Örneğin, alaturka Krupp Faşizmi çizgisindeki, Tüsiad (1960), Müsiad (1995), Tümsiad (2010) gidişatının ayrıca tarihinin yazılması gerekiyor.
MHP ve BBP tarihleri epeyi yazıldı.
Eski-MHP’leşen AKP tarihi de (2013-2019) yazılır bir gün.
Alaturka-sivil-faşizm (1970-2015) yazılmadı gibi.
Alaturka-militarist-faşizm (darbeler tarihi) yazıldı.
Kürt Faşizmi’ni, Ermeniler’i 1915’te Kürtler’in öldürdüğünü ortaya koyan araştırmalarıyla, 2 Kürt 2015’te yarı-içeriden gibi yazdı.
İtalyan Faşizmi’nin mafya ayağı az bilinir. Bizdeki Laz mafya-faşizmi de doğrudan hiç yazılmadı. Geriye kalan 98 halk için de öyle. Halkım Tatarlar’ın faşizmi de yazılmadı henüz (1970 sonrası için).
(18 Mart 2016)



Trump ve Dilbilgisi
Bir haber:
“Öte yandan Donald Trump’ın 11 yaşında bir çocuğun kelime dağarcığına sahip olduğu ve yeterli dil bilgisinden yoksun olduğu belirtildi. ABD’de yapılan bir akademik incelemeye göre, Trump İngilizceyi düzgün konuşma konusunda rakiplerine göre bir hayli geri durumda, en fazla 11 yaşında bir çocuğun kelime dağarcığına ve gramer bilgisine sahip ve uzun cümleler kurmakta zorlanıyor.”
Haberde eksik bırakılan bilgiler şunlar:
İnsanlar, 3 yaşında 0-100, 40 yaşında 100 bin sözcük dağarcığına sahip olurlar. Bu 100 bin sözcüğün çoğu özel adlardan oluşur.
İnsanlar, olağanda 5 sözcüklük tümceler kurarlar. 10-50 sözcüklük tümceler, uzun tümcelerdir. Bu türden karmaşık tümce yapısı da, daha çok 20. Yüzyıl’a özgüdür. Not: Burada kastedilen, Oğuz Atay veya James Joyce tarzı değildir.
İngilizce’deki ortalama 4, Türkçe’deki ortalama 7 harflik sözcük yapısı, aynı karakter sayısındaki tümcelerde, bazı dilleri öne veya arkaya çeker.
21. Yüzyıl’daki dilbilgisi yapısıyla, 5-10 alttümcelik tek bir tümceyi, aralarındaki virgülleri ve noktalı virgülleri noktalara dönüştürerek, pekala fazla sayılı tümceler yapmak mümkündür. Tek bir tümce, tek bir düşünce birimi olduğu için, uzum tümce yeğlenir. Eskiden, birim paragraf idi.
Gelelim Trump’a:
Politikacılar, düşünmeye pek fırsat bulamadıkları gibi, düşünmemeye epeyi fırsat bulurlar.
Bunun temel nedeni, bir gruptaki insan sayısı arttıkça, grubun ortalama zekasının sıfıra doğru azalmasıdır. Bir politikacı da kimi milyonlarca kişilik kitlelere hitap eder kimi zaman. Yani gerizekalılık, siyaset mesleğinin gereklerindendir. Trump, James Joyce tümceleriyle seçim konuşması yapsa, ‘laa, enteğe bak laa’ denir.
Ek bilgi: Kuş ve balık sürülerinde, kaotik matematiğin limit fraktal geometrik sınırlarına uygun bir sürü zekası vardır. Bunu, kuşların topluca uçuşlarından veya balıkların topluca avcılardan kaçışlarından gözleyebiliriz. Sürüler, inanılmaz güzellikte dinamik-formlar çizer.
İşte politikacılar, bu sürü geometrisinden / mantığından habersizdir. Kimi zaman Hitler gibiler, çağın / anın ruhunu yakalar ve kitleyi dosdoğru kubura ve kabire sürerler. Sürü, epeyi geç olarak ayıldığında, ‘la, piz ne poh yedik la?’ olur.
1980-2015 arasında, önceleri de aptal ve cahil olan ABD kitlesi, hepten mafiş oldu. Üniversite öğrencileri, Çin’i Dünya haritasında gösteremiyor artık örneğin.
Trump, ne yapsın?
Böyle bir kitleye deriin deriin konuşacak değil ya...
Zaten, ABD başkanlarının düşündüğü hiç mi hiç vaki değildir. Tutarlar danışmanları, uyarlar onlara. Baktılar durum b.ka sarıyor, kovarlar onları, yeni salakları işe alırlar.
Bizi burada ilgilendiren durum şu:
Bırakın 6. Milenyum’unda yazıyı, 1 milyonuncu yılında konuşamyı bile, kullanamayan insanlar çoğunlukta.
Gerçekten:
Neo-liberalizm, insanlara doğru düzgün konuşmayı ve doğru düzgün yürümeyi unutturdu.
Tam bir disütopik bilimkurgu roman gibi: Bakınız ‘Sonsuzluğun Rayları’...
Kimsenin fecaati taktığı felan da yok.
Sana diyorum, 40 yaş ergeni alaturka Homo Maganda...
(18 Mart 2016)
18.03.16, 13:45.
Tuhaf 1 Rüya
Biri, ayakkabılarıma bakıp, bana şöyle dedi:
Bunları Diyarbakırlı bilmem kim, Hindistan’dan getirdi. Bunlar, bilmem ne derisi.
‘Bilmem ne’ bölümlerini şu an anımsamıyorum. Derinin yılan veya inek olmadığına eminim. Az duyduğum bir şey söyledi. Veya uydurma bir hayvan.
Anımsadığım, rüyada şaşırdığım. Neden bu rüyayı görüyor olduğumu düşündüm. Şu an da öyle düşünüyorum.
Rüyalarım, eskiden az da olsa anlamlı olurdu.
Ama şimdi bu ne?
Ben, üzerinden er nek patalon veya ayakkabı olduğunu bilmeyebiline biriyimdir. Hala 2 farklı renkte çorabı giyiyorum.
Gerçekten:
Şimdi bu rüya ne anlama geliyor?



Gönül Tol, Ömer Taşpınar, Ruşen Çakır
Ruşen Çakır, Metis Yayınları’nın piyasaya akil diye sürdüğü biri.
Aynı zamanda, insanlık suçuna yakın suç işleyip, hüküm giymiş birinin parti başkanlığında, o partiden milletvekili adayı olmuş biri.
Entelejensiyalık seçimi bariz yani.
Aydın Seylen üzerinden, Türkiye’de herhangi bir konunun uzmanı sayılanların, o konuda nasıl büyük-büyük hatalar yaptığını imlemiştik.
Hesapça Hüsnü Mahalli, Suriye uzmanı idi. Son 3 yılda hiçbirşey söyleyemedi. Çünkü söyleyecek bir şeyi yoktu. Taşıma suyla savaş durumu onu aştı.
Ruşen Çakır da öyle ama epeyi konu değiştirdi. Fethullah ile ilgili söyledikleri küllüm boş çıktı örneğin. Ağar konusunda hiçbirşey söylemedi örneğin.
Son zamanlarda ise, Skype üzerinden, ‘Transatlantik’ başlıklı, 2 ABDde çalışan Türk gazeteci ile görüntülü-sesli söyleşiler yapıyormuş. İnternetten öğrendik. İzleyelim dedik.
Bunlardan 17.03.16, 17:00-17:30 olanını izledik ve kof bulduk.
Örneğin Çakır şöyle bir saptamada bulundu orada:
Türkiye Kuzey Irak Kürt oluşumuna karşı çıkmıştı ama şu an onlarla en pozitif ilişkide olan o. Artı, Kuzey Suriye Kürt oluşumu için de böyle olabilir.
Ancak, şunları söylemedi:
İlk-Barzani momenti taa 1991 tarihli. O tarihten beridir 25 yıl geçti. Bölgede 25 tane falan savaş oldu. Konjonktür bir sürü takla attı. TC Barzani’ye yanaşmadı, Barzani TC’ye yanaştı, çünkü İran ve Talabani gibi düşmanları var onun. Müttefiksiz olamaz yani.
TC, istese de istemese de, Öcalan, onun desteklediği Salih Müslim ve Barzani’nin karşıtı Talabani ile kendiliğinden şeker renk durumda. Yani, geçici de olsa şu an TC’nin tek Kürt müttefiki Barzani. Hiç olmamasından yeğdir, durumundayız.
1991 veya 2006 tarihli bir Kuzey Irak Kürt devleti, TC’nin işine hiç mi hiç gelmezdi. Ancak, 2021 tarihli bir Kürt devleti, pekala TC’nin işine gelebilir. Tabii, bunu da göreceğiz. Tarih, daha çok ters ve düz takla atakca yani 5 yılda.
Örneğin hepi topu 5 yıllık, yani 2011 sonrasıki bir oluşum olan IŞİD, şu an hem Kürtler’in, hem Türkler’in, hem Araplar’ın düşmanı. Bu, yeni ve epey farklı bir durum. Asıl gerilim ise, yalnızca 2 yıldır var.
ABD bile, Esed yerine, IŞİD’İ birincil hedef olarak koydu.
TC ise, acaip bir ters takla atarak, başta IŞİD ile bir biçimde saklı-olumlu bir bağ kurdu; sonra IŞİD, kendisine uzatılan eli ısırdı, şimdi ise, olumlu-olumsuz kırması bir durum var ortada: Olumsuz görünen, olumlu saklı olarak.
Yani:
Şu anki tek ikilem, Kürtler’in kendi aralarındaki 4’ün 1’li, 2’li, 3’lü, 4’lü kombinasyonları değil, IŞİD x PKK çatışması. Eğer dost olurlarsa, herkes yanar. Bunun olmaması için hiçbir neden yok. olması için neden ise, az da olsa var. Yalnızca, bunun götürülebilirliği çok zor, dua edelim ki böyle de kalsın.
Kaldı ki Afganistan-Taliban 1980’den beridir, 35 yılı aşkın sürelik bir şeriat yangınına benzin dökmüşlük var ortada.
Yani:
IŞİD gidecek ve yenileri gelecek. Yenisi değil, yenileri. Bunu herkes biliyor ve söylüyor.
Bu zirve-şeriatçı-Arap oluşumlar, Kürtler’i de yakar, Türkler’i de, Araplar’ı da.  Allah’tan Hasan Sabbah çıkaramıyorlar. O da olursa, atom bombacıkları kaçınılmazdır.
Tüm Ortadoğu halklarını yakamayacağınıza ve Çernobil bölgesi göre, bunun üstesinden gelmek, bu saattan sonra, imkansıza yakın zorlukta.
Çakır, bunların önemli bir bölümünü bilmez, bildiklerini de işine gelmediği için söylemez. Çünkü, hep öyle yaptı.
Çünkü o, bir dezenformatör.
Ancak bir jest-replik hatası içinde:
Çandar’ın 10 yıl önceki ağır abi tavrına, o da girmiş. ‘Sana para ödeyenlerin, anında senin ikameni bulabilecekleri’ni unutmuş.
Dündar içerideyken, sen dışarıdaysan, söylediklerine pek kimsenin saygı duymayacağını da unutmuş.
Yani:
Çakır Çandar’ın son demleri gibi, giderayak kendince şanını sürüyor, Bulut gibi. O da ekranda çok hönkürdüyor. Omuz atıyor, gerdan kırıyor.
Sorun şu ki 1. Cumhuriyet her 5 yılda 1, bunlardan 15-20 tanesini çöplüğe attı. 70’er yıl gazetecilik yapmış Altan ve Arcayürek adını, bugünün gençlerinin hiçbiri bilmiyor örneğin. Tirajlar 1 milyon iken, 100 bin kişinin okuduğu kişilerdi bunlar. Altan habire gazete değiştirdi, Arcayürek gitti Demirel’e danışman oldu.
Yine de dilerim bundan 20 yıl sonra o Çakır videoları silinmemiş olur. Tarihe ibretlik diye izleriz yeniden yeniden.
Dipnot:
Videolarda bazı yerlerde atlamalar var. Silinme ve düzeltme, akla geliyor.
(18 Mart 2016)
Reklam Viral Videoları (02.09) 2010
Sıralama şöyle:
Brand  Campaign Agency All Time Views*  Launch Date
1          Blendtec Will It Blend? In-house 134,256,499 10/30/06      
2          Evian Live Young BETC Euro RSCG 103,867,704   6/4/09 
3          Old Spice        Responses       Wieden & Kennedy    57,132,669      7/12/10           
4          Pepsi    Gladiator AMV BBDO           46,742,892      1/1/04 
5          Microsoft        Xbox Project Natal      World Famous 42,698,599      6/1/09  Microsoft: Xbox Project Natal
6          Dove   Evolution Ogilvy & Mather 41,100,418         10/1/06           
7          T-Mobile         T-Mobile Dance          Saatchi & Saatchi        35,487,575      1/15/09           
8          Doritos            Crash The Super Bowl 2010   Goodby Silverstein & Partners           34,168,845      1/5/10 
9          Old Spice        Odor Blocker  Wieden & Kennedy    33,986,750      3/31/10           
10        DC Shoes        Gymkhana Two          In-house          32,872,531      9/3/09
Karşılaştır-Karşıtlaştır
Müzik videoları, benzer sürelerde açık ara önde: 100 milyona 1 milyar gibi hem de.
Reklamlar 20 saniye, klipler 3 dakika gibi. Yani, bu açıdan reklam daha avantajlı gibi.
Kısa film açısından, reklamlar çok daha özgün örnekler verdi. Özellikle, ‘Hire’ dizisi gibi 10 dakikalık olsa bile.
İnternet seyri, televizyon seyrine göre, daha güvenilir bir sayılırlıkta. Üstelik, bir de gönüllü çaba gerekiyor seyretmek için. Yani, televizyonda reklam zamanında herkes ekrandan kaçarken, internette oturup özellikle reklam izliyorlar, çünkü neyi hangi sırayla izleyebileceklerini seçebiliyorlar.
Her iki türün de, internet yayını maliyeti 0. Hatta üste para almak bile mümkün.
Dolayısıyla; maliyet, süre, izleyici sayısı, birer parametre olmakta.
Not 1: Artetki açısından, yani tüketiciye gösterilen metayı satın aldırma açısından, farkları yok gibi görünüyor.
Not 2: Reklamsız / klipsiz müzik parçası ve reklamsız meta, ayrı ayrı şeyler olsa da, ikisinin de örneği var. Klipte reklam oranı % 10-20 (her albüme 1-2 klip gibi), metada %o 1 - % 1 arası falandır herhalde. Özellikle reklamı yapılmayan meta vardır ama müzik parçası olmaz.
(18 Mart 2016)
Komünerlik
Bir alıntı:
“Dünya ve insanlık ilk defa eşit, adalet, özgür ve toplumsal kardeşlik projesi olan KOMÜNAL yaşamla tanışmayı ve uygulamayı 18 Mart 1871’de Paris’te yaşamaya başladı.”
İşte bu hatalı saptama, bu metni yazdırdı.
Tabii ki öyle değil.
Herşeyden önce Spartacus var.
Tabii bir de marksizmin, naif-vahşi’yi öven koloniyalist bir tutumla, komünel yaşamın tarihöncesinde hep varolduğunu savlaması var.
1980 öncesinde lisede ve üniversitede okumuş biri olarak, bu komünel deneyimlerden payıma epeyisi düştü.
1974 gibi, daha cüce ebatında bir ergen-öncesi olarak, yatılı okula gittiğimde, 6 kişilik odam, kendi anayasasını yapmıştı. Orada ilk gördüğüm şunlar oldu:
Bir: İnsanlar, hayır sözünden hiç hazzetmiyorlar. Muhalefetten yani. Bu, komünerlik değil, anti-komünerlik olmakta. (Ben hariç hepsi, solculuk oynuyorlardı, ben bireyciydim, hala da öyleyim, anarşistim yani.)
İki: Oylamada kendi oylarının sonucuna uymuyorlar. Ben, odaya gazete alınmasına param olmadığı için karşı çıkıp, yine de çoğunluk kararına uyup, gazete parası ödediğim halde, onlar kendi oylarına uymayıp, gazete almayı kestiler, çünkü gazetenin hangisi olacağı oylanmamıştı, anlaşmazlık oradan çıktı.
Üç: Sen doğru ve haklı çıkınca, kabahati yine sana buluyorlar. Onların doğrusunu sen bozmuşsun gibi olduğu için.
O nedenle, evet.
Komüner olmak zor.
İnsan olmak zor.
Ama denemek zor değil.
Beckett’in dediği gibi:
Gene dene, gene yanıl ama daha güzel, daha iyi yanıl bu kez.     
“Gezegenimizde emek vermiş bütün komünarları saygı ile anıyorum.”
İşte bunu yapma Kadim Laçin. Bu ikiyüzlülüktür.
Marx’ın Engels ile ilişkileri belliyken, kalkıp Neçayef veBakunin’i 1. Enternasyonel’den kovdurmaları, ‘dinle küçük insan faşizmi’dir, komünerlik değil...
Onları hempaları da, Rusya’da Kronstadt’ı yarattı, sonradan birbirini öldüren Troçki, Stalin ve Lenin olarak. Ukrayna 1920 belli, Mahno’nun sonu belli.
O nedenle ‘dinle küçük insan marksist’ kardeşim, sen git, kendi cehenneminde boğul...
Dünya’ya cehennem yayma, yeterince faşizm ve engizisyon cehennemi var şu an zaten. Üstüne bir de, zombi reel sosyalistler olmasın lütfen.
Tarih hiçbirşeyi, bu arada komünerliği de, marksistlerden öğrenmedi.
Marksistler de komünerliği öğrenmiş falan değil. Stalin’in 20 milyon ölüsünden belli.
(18 Mart 2016)
Hayl Rep Hayl: Satılık Çanakkale İmajı
Eh, bu da yapıldı:
Çakma Çanakkale Savaşı repi.
Feçesseverliğin kubur ve kabir gırtlağı boyunda olduğu günümüzde, ne yapsam da keseyi doldursam, geyiğiyle, bir isyan müziği olan repi, bir asimilasyon müziği haline getiren, arabesk-rep, ilahi-rep, şu-rep, bu-rep yapıldı.
Çanakkale Savaşı da nasibini almasaydı bu işten, eksik kalırdı amcası.
AKP gidişatı, her  nedense Çanakkale Savaşı konusunu sömürmek için geç keşfetti. Bunda, olayın Atatürk’ün tekelinde olmasının payı yüksekti. Sonunda vara vara, Atatürk’ün olmadığı bir Çanakkale filmine varabildiler, imaj imaj.
Çanakkale Savaşı ile ilgili saptamalarımızı kezlerce yazdık:
Çanakkale Savaşı, savaşsal bir başarı değildir.
Orada, bugünün lisansüstü düzeyinde eğitim veren Galatasaray Lisesi’nin 2 sınıf-dönemini gömmek, çok çok büyük bir hata idi.
Almanya’nın bize zararı, orada ve daha 1915’te belliydi. Yani, 1. Dünya Savaşı’nı kaybedeceğimiz.
Çanakkale Savaşı ile Çar’a yardıma gidenleri durdurduk, SSCB’yi kurdurduk. Onlar da bize son anda Kurtuluş Savaşı’nı kazanacak parayı verdiler tam 7 yıl sonra.
Çanakkale ile İstanbul’un işgalini önleyemedik. ‘3 İstanbul’ romanının açıkça ve içeriden gözlemle saptadığı üzere, Türkler’in işbirlikçiliği henüz 1918’de görülmüş oldu. Sonra da gidip, savaştığımız Yunanistan’a buğday sattılar. Atatürk ise, saraylı bir hanım aracılığıyla, işgal gemilerindeki kokteyllere katılanların listesini, İstanbul’da değil iken bile tuttu.
Yani:
Orada ölen 100-200 bin kişi, Kurtuluş Savaşı’nda yoktu. Olsaydı, belki SSCB desteği bile gerekmezdi.
1917 gibi yapılmaya başlanmış olan, Ankara’nın doğusuna asker ve malzeme çekmek, daha 1915’te yapılabilirdi.
Şimdii, gerçekler bunlar.
Bir de kurmacaya ve klibe bakalım:
Mehmet Akif Ersoy’un kemiklerini mezarda sızlatıp, onun dizelerini rep yapmış abimiz Erkan Mutlu.
Ayıp-ötesi etmiş diyoruz, başka bir şey demiyoruz.
Ersoy’u da taktığımız hiç yoktur. Kendisini yazardan saymayız, Namık Kemal’i de. İstiklal Marşı da, söylenirken dingilder durur.
‘Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini’ Mehmetçik Mehmet, cepheden cepheye sürüldü. 20 yıllık savaştan sonra, ailesini görmek için trenden inince, idama mahkum edildi. Bunu yazan Halikarnas Balıkçısı da idama mahkum edildi. Atatürk’ün kurdurduğu İstiklal Mahkemesi tarafından.
Şimdi de, Atatürk’çülük oynayan başka birileri tarafından kurulmuş Esaret Mahkemesi tarafından idama mahkum edilmiş durumdayız. Ülke olarak, bölge olarak, kıta olarak.
Ve İstanbul yine işgal altında: 10 milyon göçmen ve turist tarafından.
Maaşallah, çok ayaktan ve koldan birden saldırıyor düşman. Hayl rep bunlardan biri yalnızca.
6 ay sıvı feçesin içinde yaşadım, uyudum ve tiksinmedim ama bu tür feçesseverlikler beni tiksindiriyor, öğürtüyor ve kusturuyor.
Gidin, ananızı rep yapın siz...
(18 Mart 2016)
19.03.16, 13:00.
Bir Terör Momentinde Hisler
Öncelikle birinci his momenti:
2010-2014 arasında üstüste üzerime gelen belaları savuşturmaya debelendim.
Az veya çok becerdim.
Sonra, TC gümlemeye başladı.
Aralık 2013’te, ben sokağa düştükten 2 gün sonra, ülkede film koptu. Hala kopuk.
Sonra siperde bekleme hissi geldi:
Gerginleştirici ve tüketici:
Hapis, mezar veşa sürgün şıklarından birini beklemek:
Godot’yu Beklemek.
Bu belirsizlik, anlamsız idi, uyumsuz veya saçma değil ama yine de, beklemenin verdiği boşluk hissi vardı.
Benim algı açımdan en belirgin olay şu oldu:
Suriye Kürt Federasyonu ilanı (17.03.16).
O gün momentiyle, hem IŞİD, hem de PKK çoktan savaş ilan etmişti TC’ye.
Tabii bu savaş ilanı, terör ilanı demekti.
Bu sabah bir bomba patladı İstiklal Caddesi’nde.
(Sonradan not: 1 gün sonra, bombacının IŞİD’li olduğu kesinleşti.)
Sakarcaydı. Zamanlama ve noktalama yapayanlış oldu.
Ben dahil herkes, devamını bekliyor.
Zaten ABD, 20 Mart dedi, 19 değil.
(Sonradan not: 20 Mart derbisi iptal edildi.)
Zaten 2003 Kasım, ‘2 + 2 = 4’ idi, 1 değil.
Evet, sonun başlama atışları, çoklu olarak verildi.
İyi olan yan şu:
Bu hengamede AKP, herkesi içeri atamaz. Kendi sonunu ivmelendirir yalnızca. Bir yerlerde geri vitese takacaklar.
Kötü olan yan şu:
3 milyon Suriyeli’ye vatandaşlık verilecek. Alamancılar’ın Almanlar’a yaptığını, onlar da bize yapacak ve bizi kendi evimizden kovmaya kalkacak.
Ara soru şu:
İzmir Cumhuriyeti / Beyliği beni kurtarır mı?
Yani:
Yoksa, herhangi bir şey değişmedi.
Yalnızca bekleme bitti.
Turizm çöktü.
Kültür işi çöktü.
Açım yani.
Sağ kalmak yeğdir yani.
Umarım öyledir yani.
Göreceğiz.
Çinli bedduası:
Dilerim, ilginç zamanlarda yaşayasın.
Gerçekten, çok ilginç zamanlarda yaşıyoruz / yaşıyorum.
Başa gelen çekilir.
Yazacağız işte, başka ne yapalım?
Dipnot:
Tam 32 yıl boyunca, katil olmamak için içtim. Sonra, içkiyi bırakmak için 6 yıl psikiyatriste gittim. Artık, insan öldürme arzum kalmadı. O bile gitti yani.
Tarih Dersleri: Tarih Anında Nasıl Yazılır?
Eski usül tarihçilere göre, bir anın tarihi, yaşanmasından ancak 50 yıl sonra yazılabilirmiş.
Cehalet insanı söyletiyor işte.
Tarih anında da yazılabilir.
Nasıl mı?
Yarın, 2 gün sonra dün olur.
Gelecekbilimde yarın ve gelecek olarak yazarsın, yarın bugün olunca, şimdiyi gözlemsel olarak anı anına notlarsın, henüz tanımlanmamış şimdibilim olur, 1 gün daha geçince de, her 2 günlük notlarını dün ve tarih yorumlarsın ve ekler / düzenlemeler yaparsın.
3’ü birarada, hem geçmişbilim, hem de gelecekbilim olur, hem de tersinden zaman akışı gider.
Biz, bunu 32 yıldır günü gününe yapıyoruz.
Dedelerimiz 1900 doğumluydu. Onların tarihini dinledik. Biz 1960 doğumluyuz. 56 yıl yaşadık. Kendi tarihimizi gözledik.
5 bin yıllık tarihte bu, % 1’lik istatitiksel anlamlı dilim olarak, 1, 2 tam ve 3. dilimin az ucu eder.
Üstelik, hem sözlü, hem de yazılı tarih eder.
Üstelik, hem resmi, hem de gayrıresmi tarih eder.
Üstelik, hem tarih olur, hem de tarihçe: Nicel değişimler, kendiliğinden nitel değişimlerdir. Ya da: Tarihte ve tarihçe aldığın zaman aralığı ve artı seçtiğin ilk ve son zaman noktaları, bakmanı, görmeni, algını ve yazmanı değiştirir.
Artı üstelik: Eşzamanlı ve eşmekanlı olarak, Türkler’i tek başına, Çingeneler’i tek başına, ikisini birarada tarihçelersen, bambaşka perspektifler ve panoramalar yazarsın. 3’ü birarada ise, daha üst boyutlu bir sentez-praksis eder. Ki bu, tarih (1), tarih (2), tarih (1+2) sentez-praksisi olur.
Tabii ki bakana, görene ve yazana...
Ek: Bir de günce ve mektup türü gibi öznel, birinci tekil kişi kipinde anlatılar da var. Onlar, nesnel olandan farklı tonda, duygu ağırlıklı olur ama o da, anında tarih yazımı olur.
Artı:
3 boyutlu değil de, 4 veya daha çok buyutlu soyut kavram tasarımları, tarih olmaz, öte-tarih olur, öte-gelecekbilim olur. Hiper-tekst olur.
Ancak bu, yazılanların aynı zamanda tarih metni olmasını eksiltmez, arttırır yalnızca...
(19 Mart 2016)
Lars Trier Bitmiş: Louder than Bombs
Bildiğimiz melodram.
Fassbinder orada öylece dururken, bunu yapmak, cinayet bile değil, sinema katliamı.
Stephen Seagul gibi, sumocan olmuş çıkmış. Bakışları da onun gibi. Mel mel. Çok hap yutmuş herhalde.
Obezlerin depresyonlusu pek makbul değildir.
Hele hele, obez Fassbinder’in, ölür ayak sinemada kırdığı rekorlara bakılınca Trier, şekillerden şekil beğenmeyen bir üslupçu olarak kalabiliyor sinema sanatında.
Trier, ABD’yi ilk kez denemedi. ‘Dancer in the Dark’ da vardı.
Yine de, sinema dergisi ‘Variety’, onu hala Norveçli sanıyor.
“Hollywood has been courting the Norwegian helmer with offers to come and make a film in the States.”
‘Helmer’ da, ‘dümenci’ demek.
Bu da bana, ‘Plenty’ filmindeki, Bergman göndermeli, ‘Norveçli değil lan, İsveçli’ repliğini anısattı.
Ben de diyorum ki.
‘Norveçli değil lan, Dan.’
Boşuna dememişler.
Sen eşek olursan, semer vuran çok olur.
Trier da, 2 kez Holywood’a bel bağladı, 2 kere semer ve zerduz palan istedi, 2 kere eşek oldu / kaldı.
Gabriel Byrne, bir biçimde kadraj sahalarına geri döndü. ‘Vikingler’de döktürüyor, burada da öyle. Huppert de öyle.
Zaten soru da bu:
O 2 devin arasına, o 2 tıfılı neden koydun Trier?
Ezilip gitmiş ikisi de.
Trier, biraz fileşbek biraz fileşforvırd yaparaktan, zamana tek tek basaraktan, bade süzerekten, form kurtarmaya debelenmiş.
Hesapça film, düz film olacakmış. Başı başka, kıçı başka oynayan bir şey olmuş.
Her zaman söyledim:
‘Avrupa’ dışında, Trier’da ağırbaşlılık hiç yoktu.
Şimdiyse yavşağın teki olmuş çıkmış.
Tıkınmış, aksırmış patlamış.
Şimdi de ‘oldum ben’ diyor bizlere...
Yemiyor...
Yankiler’e yedirmiş ama...
(19 Mart 2016)



Kılıfsız Zeka Sorularına Tükürüklü Notlamalar
“Apple, Google, Microsoft, Facebook, Amazon gibi firmalar, işe alım yaparken, adayın düşünme yöntemlerini, problemlere ve olaylara yaklaşımını ve metodolojisini görmek için çok garip gözüken sorular sorarlar.
Bu soruların çoğunlukla doğru bir cevabı yoktur. Çok farklı, çok değişik sonuçlara ulaşılabilir. Dediğim gibi, firmanın asıl amacı adayın soruyu keşfetme çabasını görmek, sorduğu soruları dinlemek ve ne kadar geniş - sıradışı düşünebileceğini gözlemlemektir.
Bu soruları, Hindistan'da yayın yapan ‘Indian Times’ derlemiş. Bu şirketlerde bolca Hintli mühendis olduğu düşünülürse hiç şaşırtıcı değil.”
+
Tümüyle raslantı olarak, tümüyle bu sorulardan oluşan bir kitap okuyorum şu sıralar. 100'ün üzerinde soru var. Yanıtlarıyla birlikte okuyorum onları. Ve: Birçok sorunun hatalı olduğunu gördüm. Bunu şunun için söyledim: Hiçbir insan kaynakları yöneticisi, kendinden zeki veya kendinin hatasını bulan birini işe almıyor / almaz: Sıkıyorsa, sorunun hatasını söyle orada. Cüceli soru, orada yaşlılarlı. Örneğin soru, herhangi bir cücenin ölmeyi seçebileceğini veya ölmek üzere olduğunu içermiyor. Grup-içi konuşma da, işbirlikli veya düşmanlı olabilir. Örneğin ilk ve en uzun cüce, işbirliğini reddedip, stratejiyi bozabilir. İşin önemli yanı, bunların ticarette ve savaşta aynen gözlenmişliğidir. O nedenle varabildiğim çıkarsama şu: Gerçek olmuş olayları analiz ettirmek en iyisi ki yorumlarla istatistik analiz veri tabanı da oluşmuş olur. En büyük başarılar ve en büyük başarısızlıklar incelenebilir. Ve inanın, onlar müstakbel çalışanı daha zorlar. İnsanların kafası, gerçek durumlar için, daha az çalışıyor çünkü. Çok film seyretmekten dolayı olabilir bu.
+
Bu soruların en sakat yanı, sorular hakkında soru sorma hakkının olmaması.
+
Bir yanıt:
Anlaşma yaparken diyorlar ki herkes, kendi önündekinin şapkasının rengini söylesin. Böylelikle, sadece en uzunu ölüyor .
+
Benim buna yorumum:
En uzun cüce de, keriz-ölü olmaktansa, dev'e durumu söyleyip, bir şans kazanır. Öbür türlü, nasıl olsa ölecek. Bu türlü, bir tek o sağ kalabilir, diğerlerei de ölebilir, devin kafası kızar çünkü.
+
Yani:
Hiçbir insan, kendisinin kesin öleceği grup davranışlarında, kendini şakkadanak feda etmez.
Bir çalışan-adayı, bana yukarıdaki yanıtı (1 ölü, 9 sağ olanı) verse, bir daha yanına yaklaşmam bile, değil işe almak.
(20 Mart 2016)
Uğruna Ölünesi Özgürlük Yoktur: Metin Akpınar
Adamına bağlı.
Madamına bağlı.
Etek giydirilmiş veya tokat atılmış genelkurmay başkanına bağlı.
Ulu manitu biri, şöyle buyurmuş.
“Metin Akpınar ‘Sanat özgür olmalı. Ama onun da sınırı var. Uğruna ölünesi özgürlük yoktur. Hiç ölmemek lazım. Ölünce bir hayrınız olmuyor. Sadece namınız yürüyor. Ama yaşarsanız yararınız olur. Benim devrimci arkadaşlarım çok erken öldü.’ diyor.”
Kendini rezil rüsva etmiş bir paragrafta.
Güzel kardeşim, sen yaşadın da ne oldu?
İlk işin, ustanı (Haldun Taner’i) kovmak oldu.
Erken ölmek ayrı.
Hiç ölmemek ayrı.
Uğrunca ölünecek şey olmaması ayrı.
İnsan gibi yaşayıp yaşamamak ayrı.
Yaşayan 1968’liler, yaşıyorlar da ne oluyor?
Senden beter rezil rüsva oldular hemen hepsi. Ayakta kalan 1-2 kişini ise adı bile duyulmuyor artık.
Tiyatroculuk, namı yürümek değil. Ölenler, namları yürüsün diye de ölmediler.
Sanatal özgürlük yaratıcılık ister. 45-50 yıl aynı mimikle aynı tiyatroyu yapan birinin özgürlükten veya yaratıcılıktan söz etmesi saçma.
Akpınar, 2002’de denediklerini, komedi olmayan türde oynamayı, 1972’de deneseydi, belki çıkış yolu bulurdu.
Ama o ne yaptı?
Kolay yolu seçti.
Tükenene kadar aynı tiplemeyi somurdu.
Kolay yol özgürlük değildir.
Özgürlük zordur, zor yoldur ayaz ve sapa yoldur.
Ölmek daha da zordur.
Canlı bombalar babında.
Kendi altın kafesini kendi inşa etmiş olan Akpınar, bunları anlayamamış.
Boş konuşmuş.
Hem de çook booş.
Şunu diyecekti aslında kendisi:
Ben özgürlük için ölmem, ölmedim de zaten. Köle köle yaşayıp gidiyorum.
(20 Mart 2016)
Türkiye’deki İntihar Bombacıları Anatomisi
Gerekli Türkçe bilgi, şu linkte mevcut:
Saptamalar:
Son 20 yıllık bir olgu bizdeki. Dünya’da ise 40 yıllık.
4 örgüt sözkonusu: El Kaide, IŞİD, PKK, DHKP-C:  3 islamcı, 1 marksist örgüt.
Toplam ölümlerin üçte birini tek bir olay yapmış:
10.10.15.
Toplam ölüm sayısı 339.
26 saldırının 17’sinde yalnızca saldırgan ölmüş. Bu da, yüksek başarısızlık oranı demek.
Son zamanlarda saldılıra, büyükkentlere odaklanmış.
Son zamanlarda saldırılar sivillere odaklanmış. Bu, Dünya’da da yeni bir trend.
Zamansal olarak, belli zamanlarra yoğunlaşma veya peşpeşelik sözkonusu.
2 + 2 = 4 gibi saldırısal düzenlilikler, Kasım 2003’ten başlayarak ortaya çıktı.
Bugüne kadar dikkat edilmemiş. Bombalarda çift patlatıcı düzenek kullanılmış. Bu da, 40 yılı aşkın bir gelenek. Bu gelenek, canlı bomba dışında başlatıldı.
Canlı bomba olayı, gayrımüslim Tamil gerillaları tarafından başlatılıp, daha çok Müslümanlar’ın yeğlediği bir seçenek oldu.
Ölü sayısı giderek artıyor ama medya geştaltı etkisi giderek azalıyor.
Yayın yasağı, ilk kez ilk gün içinde ve 5 saatta kaldırıldı.
Buradan çıkan tek bir sonuç var:
IŞİD’in vardığı gibi, canlı bomba olayı da, etki tavanı sınırına geldi gelmek üzere.
Kişisel gözlem:
19.03.16 olayında, 5 saatta normale dönüldü.
Kitle giderek daha duyarsızlaşıyor. Bu, ‘neden ‘Je Suis Ankara’ değil?’ başlıklı, internet sosyal medya olgusunda ortaya çıktı. Yanıt bariz:
“Ben ancak komşuma üzülürüm, 5 bin kilometre ötedeki ülkeye değil.”
Çıkış:
Yetkililerin söyleyemediğini ve eveleyip gevelediğini biz söyleyelim:
Canlı bombayı durduramazsınız. Birini veya ikisini durdurursunuz ama hepsini durduramazsınız. O nedenle, çoklu tasarlanıyorlar zaten.
Bir de, 4-5 ayrı grubun ‘joint-venture’ıdır canlı bomba olayı.
(20 Mart 2016)
Atlar Koşar, Eşekler Kaybeder: Veliefendi'de yasadışı bahis depremi; 33 jokey ve aprantiye ceza!
Bu sıralar, her türden spor olayındaki şike olayını ele alan bir dizi metin yazdık. Bu da onlardan biri.
Bir haber:
“Son dönemlerde çok sayıda jokey ve aprantinin müşterek bahislere katıldıklarıyla ilgili ihbarlar alan ve konunun araştırılması için Türkiye Jokey Kulübü (TJK) ile birlikte çalışmalara başlayan Yüksek Komiserler Kurulu (YKK), yaklaşık 2 aydır sürdürdüğü çalışmalar sonucunda müşterek bahis oynayan 63 jokey ve aprantiyi tespit edip bunların 33'üne 90 gün ceza verdi.”
Suçun getirisen bakın:
En az 50 bin dolar.
Suçun götürüsüne bakın:
90 gün hakem molası.
Para cezası nerede?
Malına tedbir nerede?
Vergi cezası nerede?
(Ülkemizde devlet, şikede bile vergi istiyor.)
Men nerede?
Tamam:
Eşekler eşek, kaybetmeyi seviyorlar.
Ancak bu, nitelikli dolandırıcılık için bir mesnet değil.
Dünya’da 1 trilyon, Türkiye’de 12 milyar dolar ciro sözkonusu tüm bahislerde. Yasadışı olanlarla bu, 2 katı olabiliyor.
Yani:
Tasfiye edilen devlet, mafyaya bir şey yapamıyor.
Çünkü:
Mafya devleti satın almış veya devletçiler kendilerini mafyaya gönüllü satmış durumda.
(20 Mart 2016)
Kürtler’e Araplar’ı Ekle: Çalkala Yavrum Çalkala
Epeyi süredir bundan işkilleniyordum.
Ancak ilk kez, bunun devlet medyası ağzından dilegetirildiğini izledim.
A Haber’de Kemal Öztürk, 20.03.16 günü, saat 16:30 gibi bunu doğrudan dilegetirdi. Yanında da, saf değiştirmiş İlnur Çevik vardı (bir zamanlar Zaman’daydı kendisi).
Sav şu:
3 milyon Suriyeli’miz, dolayısıyla anadili Arapça olan vatandaşımız oldu. Hayırlı uğurlu olsun.
Demek ki bu işlem, son 5 yılda, bile isteye yapıldı.
Türkiye’de zaten anadili Arapça olan insanlar vardı.
Eder 4 milyon, eder % 5.
Kürtler ise, 8 milyon gibi ve % 10.
Osmanlı, zorunlu iskan politikasıyla, yanyana köyleri farklı anadillerde, farklı dinlerde veya mezheplerde olanlarla kurup, bir tür halk isyanı dayanışmasını baştan kesermiş hesapça.
Bunun yürüdüğü zamanlar olmuş, yürümediği zamanlar olmuş.
Aynı şey, ara dönem olan Kurtuluş Savaşı’nda da yaşanmış:
1921-1922’de Genelkurmay’ın resmen tanıdığı, 26 halk isyaın var, kitabı da var, Genelkurmay basımı olarak.
Bunların hepsi Müslüman ama farklı anadillerde olabilmiş kesimlerdi.
Dolayısıyla, Kürtler’e karşı Araplar tezi, başa yine ve yeni dert almak, Nasreddin Hoca’nın Timur’dan yeni filler istemesidir gerçekte ama bunu yapanlar bunun bilincinde olamıyorlar ne yazık ki..
Lümpen 3. Dünya halkları, bizim Alamancılar gibi, belli bir süre sonra, evsahibine ‘siz çıkın, ben yerleşeyim’ diyebilir. Alamancılar şöyle derlermiş: Almanlar olmasa, Almanya çok güzel yer.
Ayrıca elimizde, 5 yıllık Suriyeli göçmen öz-deneyim var:
Sonuç berbat.
Suriyeliler, Alamancılar’dan berbatlar yani.
Kürt gerillaların üzerine Arap gerillalar sürülebilir gibi değil bu koşullarda. Ki bunu zaten, Kırgız göçmen-koruculardan pek olumlu olarak deneyimlemedik.
TC’nin küçük Amerika olma takıntısı burada da işliyor gibi:
ABD de, kendi ayağına sıkmacasına habire göçmen alıyor. YMCA bitiyor. Karakfa göçmenlerden rahatsız olup, Avsutralya’yı terkedip, Türkiye’de oturma izni alan, sarıkafa Avustralyalılar’dan bunu biliyoruz zaten.
TC de aynını yapıyor, ‘Big Brother’ına özenip.
Ancak önemli olan şu:
Yeni Kavimler Göçü bize kanıtlıyor ki eski-özgün Kavimler Göçü de, istila olduğu kadar, ‘gel babanın güçlü kollarına’ gibi, lümpen büyük-güçlü devlet yaklaşımı da içeriyormuş.
Ayrıca TC’de, Lazlar var, Kafkasyalılar var, Tatarlar var. 1’er milyon gibi oldukları kesin, önceki 2 gruptan daha barbar oldukları kesin. Bunların da gelecekte sorun yaratacakları kesin: Bunu kendim bir Tatar olarak yazdım.
Bu ne demek?
Halkların yeni iç savaşı, aynı zamanda harmanlanması ve melezlenmesi demek.
Tüm anakanlar melezdir ve tüm melezler anakanlarla oluşur, demek.
Bu, ikilem değil, dinamik-kaotik popülasyonsal genetik olmakta.
Daha da önemlisi:
Artık bu türden makro oluşumları, tarihten gelen verilerle aşağı yukarı haritalayabiliyoruz:
Bunların, Vikingler’in sarışınlıkları gibi görünür olanlar var, Madagaskarlılar’ın Endonezyalı’lıkları gibi, örtülü / saklı olanları var. Her tür tonlama mevcut.
Şunu da ekleyelim:
Kürtler Ortadoğu bölgesine dışarıdan geldi. Araplar ise, daha önceki özgün yerleşik uygarlık başlatıcılarının, 5 milenyum önceki dilsel, ırksal, kültürel mirasçısı durumundalar.
Bunu da, Aramca’nın ünsüzlüğünün, Kürtçe’nin İndo-Avrupa ünlülüğünü yenmesi olarak gözlüyoruz: Arapça ve Kürtçe, en azından bu bölgedeki durumlarıyla, aynı fonetikteler şu an için. Yapısal ve tarihsel olarak öyle değil ama.
Yani:
Nasıl ki Türkmenler kürtleştiyse, Kürtler de aramileşti.
İşte budur melezlenme, budur harmanlanma.
Arada Zazaca ve diğer 10 Kürt diyalekti de sizlere ömür amcası.
Biri, bunları Erdoğan’a, Davutoğlu’na ve Fidan’a anlatsın lütfen.
Kullandıkları silah bumerang ve geri dönüp onları vuracak yani.
Hep vurmuş ve vuruyor, yine vuracağını oradan biliyoruz.
Siz ‘önyargı’ diyorsunuz, biz ‘deneyim’ diyoruz buna.
Dipnot.
Burada asıl sözkonusu olan kültürel lümpen bezirganlığı yazmayı pas geçtik.
(20 Mart 2016)
Pavlov Köpeği, İnkar Kültü, Salaktivizm
Beyoğlu’nda İstiklal Caddesi’ne yakın yerlerde yaşıyorum. 22 yıldır.
Dün 1 bomba patladı orada.
Bombalar beni seviyor nedense:
Şişli’de Manukyan’a yönelik, Meydan’da polis ıskalayan, taa 1992 gibi 2 çöp tenekesinde patlayan bombalara, hep hep tanık oldum.
En son Kasım 2003’te % 67 olasılıkla öte yana gidiyordum, % 33 ile sağ kaldım. Kamyonet önümde lastiğini bilerek patlattı. Bekledi. Ben ters yöne yürüdüm. Sonra kamyonet dosdoğru elçiliğe daldı son gaz.
Kızmadım. Ölseydim de kızmazdım.
Ateistim üstelik. Şeritaçılar üstelik. Canıma kastediyorlar üstelik.
Onun yerine, konuyu öğrenmeye başladım. Öğrendim de.
19.03.16 tarihli bombaya uzaktım. Zaten uyuyordum o sırada.
Olaydan 2 gün önce, insanların unutkanlık kısalığının ne kadara düşüceğini konuşuyorduk. Arkadaş, Soma için 1 hafta saptamış. Yüzlerce ölü vardı.
Bu yalnızca 7 saat sürdü. Dünya rekoru kırmış olabiliriz.
Dün ve bugün çevreyi kolaçan ettim.
Galatasaraylılar maç derdindeydi.
Siviller, Mado ve Saray’ı kuşatma altına almıştı.
Hedefin Nevizade olabileceğini düşünmüyorlardı. Maç 20:00-22:00 arası. Bomba hala patlayabilir oralarda.
Sonra bir haber:
“Beyoğlu İstiklal Caddesi'nde dün canlı bomba saldırısının gerçekleştiği yere Türk bayrakları asıldı, karanfiller ve ‘Korkmuyoruz’ yazılı kartonlar bırakıldı. Patlama noktasında ‘selfie’ çeken vatandaşların çokluğu da dikkat çekti.”
Bu, Pavlov’un şartlı refleksli kuçusu olmaktır; bu, inkar kültüdür; bu, salaktivizmdir.
‘Korkmuyoruz’ yazan dükkanın vitrini dahil, onlarca dükkan kapalıydı. Öyle de olması daha uygundu.
Ancak orada selfi çektirmek, ölülere saygısızlıktır, naaşın üzerine kültür feçesi etmektir. Zaten, ölenler Musevi olduğu için, Müslüman halkımız belki göbek de atmıştır.
Bayrak ne işe yarıyor?
Patlama anından sonra, oraya yaklaşanları koruabiliyor mu?
1992’de 2 bomba patladığında, insanlar olay yerine doğru gittiği için, daha çok ölü olmamış mıydı?
Televizyonlar bunu neden anlatmıyor?
Olay olsun, heyecan olsun, haber yapalım, gündemi saptıralım mı istiyorlar yoksa?
O nedenle:
Timur’dan 100 fil daha lütfen.
(20 Mart 2016)
GS-FB Derbisi Ertelendi
En iyisi yapıldı.
Ancak, korkunun ecele faydası yok.
Herhangi bir 50 bin kişilik stadda, er veya geç o bomba patlayacak.
Başvuruyu GS yapmış. Demek ki aklıbaşındalık onlara kalmış veya ihbar gelmiş.
Üstelik, maç için GS avantajlıydı. FB hafta içinde, UEFA’da tuş olmuştu çünkü.
Ancak bu, hala bir yerlerde bir gün bir maç bombası patlamayacak demek değil.
Nokta.
(2 saat sonra.)
Ek:
Haberin şekli değişti.
Pu ha haa...
Efenim GS, federasyonun ve bakaanın seyirsiz oynanmasına karar verdiği maça çıkmak istememiş. İtiraz etmiş. Maç da ,o yüzeden ertelenmiş.
Nedir bu?
Don lastiği falan mı?
Çek uzasın, bırak kısalsın.
Bu ne yaptığını şaşırmış oyuncular, spikerler ve başkanlar, 50 bin kişilik ölüden bahsedildiğini anlamıyorlar mı?
Futbolları ve paraları, insanlardan daha mı değerli?
Seyircisiz oynayınca yitirecekleri paraların hesabındalar mı hala?
Gerçekten:
Çakayım sizin futbolunuza...
(20 Mart 2016)
Ciddi Oyun: Terör ve/ya Savaş Ne İçin?
Soru kiplerinde gidilecek.
2 örnek:
Bir:
1945 Japonya.
Birinic atom bombası patladı. Japonya teslim olmadı.
İkinci atom bombası patladı. Japonya teslim oldu.
Teslim kararını imparator verdi. Oysa halk, imparatorun toplu harakiri kararını bekliyordu.
ABD’de kaç atom bombası daha vardı?
Kaçını daha kullanırdı?
Japonya’nın tamamın öldürür müydü?
Öldürseydi, kimi sömürürdü?
Öldürseydi, hiçbir halk bir daha teslim olur muydu ABD’ye?
Savaş nereye kadar ve ne için?
Vietnam, son vatandaşına kadar savaş kaarrı uyguladı. ABD, 3 milyonuncu ölüde ülkeyi terketti. Aradan 35 yıl geçti. ABD ülkeye tarım için geri girdi. Vienam’da şuan asgari ücret, Dünya’nı en düşüğü ve 25 dolar.
Tersine soru:
Barış nereye kadar ve ne için?
İki:
1 Mayıs 1977 Taksim İstanbul.
100 bin ila 1 milyon kişinin katıldığı mitingde 100 ölü vardı. Ölenlerin tamanına yakını, izdihamda ezilerek öldü. Dünya7nın tüm paniklerinde de öyle olur zaten.
O 100 ölü, 1980 darbesini meşrulaştırdı.
10 veya 100 bin ölü olsaydı, yine darbe mi olurdu, yoksa iç savaş mı çıkardı?
Not: O sıralarda, asker ve polis birbirine silah çekmişti.
Terör nereye kadar ve ne için?
IŞİD durmadı ve etki üst sınırı geçti. Azalan medya geştaltını yaşıyor şu an.
Not: Savaş olan bölgelerde terör, savaş meydanındaki ölü sayısını aşabilmeye başladı artık.
Ciddi oyun 2 türlü çalışır.
Bir: Olabilecek felaketleri engellemeye çalışır.
İki: Olmuş olan felaketlerden, neyin yapılması ve neyin yapımaması gerektiğini sorgular.
2 madde bazan birlikte işler, bazan ayrı ayrı.
TC elektrik kesintisi 2015 olayında ise, olmaması çok daha mümmkün felaketlerin nasıl olup da, felaketleştiğini irdelemek ise, yeni bir ciddi oyun altalanı oldu.
1975 tarihli, ‘Hannibal’ yazarının yazdığı, ‘Kara Pazar’dan beridir, sayısal üst sınırı olmayan ölülü terör olayı, tasarlanmış durumda. Reel değil, kurmaca olarak evet ama simülasyon olarak ciddi oyun da, kurmaca olmakta.
Bunu şunun için imledik:
Asur hükümdarının bir zamanlar yaptığı gibi, yendiği ülkenirn tamamını öldürtüp, topraığına tuz eken tiplemeler de tarihte mevcut.
Bunun koşutunda bir de, Antik Yunan’ın ve Antik Mezopotamya’nın, ekile ekile ve sulana sulana öldürülmüş toprağı da var tarihte.
Yani:
Amaç barış olsa da, sonuç savaş olabilir.
Ve tersi de.
Evet:
Terör ne için?
Savaş ne için?
(20 Mart 2016)
MB ve RB Dilemması
Baştan da böyle olacağı belliydi ama yine de açık bir kapı vardı sanki gibi ve böyle olması zorunlu değildi.
MB 10 yıllık, RB 3,5 yıllık birer blog sitesi.
Her ikisi de gazete kökenli.
Her ikisi de kurulduğunda, Aydın Doğan mülkiyetindeydi. Sanırım Hanzade Hanım idi, onun kızlarından biri, anafikir anamız oldu.
Her ikisinin de, okunma eğrileri aşağı yukarı aynı oldu. Bu da, bize o dönem için tarihsel veri tabanı sağladı. Sayılar, açıkseçik olarak yayınlandı ayrıca.
Diğer gazetelerin bu işi kıvıramadığı düşünülerse, başarılı oldukları söylenebilir: Gazetelerin sanal okurlarının % 1’i bloglardan geliyor ve dijital reklamdan da iyi para geliyor. Ayrıca, prestijli bir durum blogların varlığı.
Ancak, bir açmazdalar:
Limit okur sayısına vardılar ve onun ağırlığını ilk 15 yazar sağlıyor ama 15 biner yazarları var.
15 bin değil, bin 500 değil, 150 değil, 15 yazar. Binde bir yani.
MB için, daha da ileri bir ironik durum var:
Bunu, keçiboynuzunun faideleri hakkındaki eski bir metinle sağlıyor o yazar. Türkiye haricinde, Dünya’nın hangi ülkesinde keçiboynuzu, terörden daha önemli ve daha güncel bir konu sayılır acaba?
Tabii bu yazarlar, bir de sürekli yazıyor. İlk 2-3 kişi, günde 5’er metin gibi yazıyor ve yayınlıyor. Emekli ve 50+ kişilerden söz ediyoruz. Zamanları çok, yaşayacak bir şeyleri de yok.
Diğer bir açmaz da şu:
Gençlerin en nitelikli metinlerini, bir tek matbu Radikal Gençlik’te gördüm. Bir de, ilk metnimi yayınlayan, 1984 gibi ‘Yeni Olgu’da.
Diğer bir açmaz daha:
‘Yeni Olgu’da metni yayınlanan 300 kişiden bugün yalnızca, 5’i-10’u yazmaya devam eder durumda.
Büyük olasılık, haftalık olduğu için aynı sayıya daha kısa sürede ulaşan RG için de bu böyle. Onlar da, çoktan mezun oldular üniversiteden.
Peki, bu soruna çözüm ne?
Var mı?
Olması / aramak gerekir mi?
Sonuçta, hiç kimseye yazma ve yayın engeli yok.
Tabii, bu çok yazan yazarlar, sürekli anasayfada kalıyor ve virallik kuralıyla, daha-daha çok okunuyor.
Gençler de, bir süre sonra küsüp gidiyorlar, aslında yazmayı bırakıyorlar.
Asıl soru bu bizce:
Editöre veya rakip moruk yazarlara kızıp, yazmak bırakılır mı?
Bu, MB’un ve RB’un ana dilemması bizce...
Ayrıca, daha çook dilemma var.
Dipnot:
Dilemma, öyle de yapsan olmaz, böyle de yapsan olmaz, gibi durumlar için kullanılır.
(20 Mart 2016)
+
Dipnot:
Bu metinin yazılmasından 2 gün sonra, sanal Radikal ve RB kapatıldı.
O nedenle:
Önyargı değil, deneyim.
20.03.16, 20:55.
Yazı Yolu: Twitter ve Blogger Notu
Twitter’da 19.03.16 10:00 ile 20.03.16 10:00 arasındaki 1 günde, yaklaşık 7 bin tıklanma almışım ama tek tek metin olarak sıçrama yok.
Twitter’da da olan ve Blogger’da yaklaşık 300 kere tıklanmış olan metnim ise, Twitter’da listede yok.
Bunun tek mantıklı karşılığı, birilerinin metinlerimi bu 2 site dışına linklemesi.
Almanya blog sitesine Almanya blog sitesi izlenmesine sokulmam ve Blogger metinlerime yine Almanya’dan bir arama motoru araması eklenmesi, yavaş yavaş yurtdışına çıktığıma emaret demek olsa gerek.
Yine de, yanlış tıklanma mümkün. Blogger’daki 1 metnim (orada en çok okunan anime metni), bir porno sitesinin linkine girmişti, oradan biliyorum.
Demek ki internette bir eşik geçilinca, savrulmalı olarak yeni mecralara sokuluyorsunuz ama siz bunu izleyemiyorsunuz.
Kesin bildiğim bir şey var:
Bu durumumla bir okunma sıçramasının önündeyim ve bu durumumla bile, reklam için alt eşiği aşmış durumdayım.
Sınır, günde 2 bin ve ben, günde 10 bin sınırını aştım ilk kez (8 Tw + 4 RB = 12 k).
Not 1: Koxuz Almanya’da yayınlanamama ile, daha 1999’da geleceğimin yönsemi belliydi ama hala TC’deyim ne yazık ki. Trajikomik bu.
Not 2: 2001 Londra eksodusum olsaydı, son 20 bin sayfa metin yazılamamış olurdu. Ama bundan sonra, yazmam ne eksilir, ne de bozulur. Yaşlandım çünkü.
Not 3:
Wn.com (World News), son 30 aydır, Türkçe dahil, Dünya bloglarını yayınlamaya başlamış. Türkiye’den RB ve MB var, diğerlerini göremedim.
Selcen metni, orada çok tıklanmış olabilir.
Not 4:
Almanca haber sitelerindekilere bakmayı bir öğreneyim.
Canlı Bomba Nasıl Engellenir?
İlk soru:
Engellenebilir mi?
Evet.
Bundan sonrası ise tuhaf.
Kurmaca ve sanat, bu alanda da gerçek yaşamı geçmiş.
‘Hannibal’in yazarı Harris, pek bilinmeyen romanı ‘Kara Pazar’da, bir spor olayında, bir stadyumda, bir zeplinle kitlesel katliamı anlatır.
Sjöwall ve Wahlöö, Martin Beck onlamalarının onuncu ve son cildi olan ‘Teröristler’de, doğal gza borusuna yapıştırılan bir plastik bomba ile bir ABD senatörünün ve İsveç başbakanının katlinin hesabını anlatır.
Bunu film yapamayacaklarını düşünenler, bir maratonda katliam konusunu film yaparlar. O da, gerçek Boston Maratonu’nda gerçek olur ve bir katliam yaşanır.
Öykülerde, 2 katliam da engellenir.
İkincisindeki katliam engellenir ama başbakan romanda yine vurulur. Gerçek yaşamda da, Olof Palme öldürülür. Ki zaten filmin öyle yapılmasının nedeni de budur.
2 düz 1 ters: Haroşo.
2 katliam engellenmesinde de, bomba etkisiz duruma getirilir.
İkincisinde bomba paketlenir.
Bizim de, canlı bombaya önerdiğimiz budur:
Bomba yalıtık bir örtü kullanmak. 2,5 x 2,5 metre maksimum ebatlı. Çelik yelek gibi, çelik parçası geçirmez.
Engellenen GS-FB derbisinde kullanabilecek olan zeplin gibi bir canlı veya cansız bomba da, daha zor olarak paketlenebilir.
Uçuk görünebilir ama unutmayın ki beyin fırtınasında, mayını üflemeyi öneren birinin sayesinde gemiler, mayınları gerçekten üfleyerek uzaklaştırmayı mümkün kıldılar.
Bomba yalıtıcı örtü yapmak kolay.
Zor olan, en az 2 bomba imhacı gibi, 2 örtü örtücü eğitmek.
Sonra da, bunu belki de en çok 1 saniyede becermek.
Sultanahmet patlamasında 1 kişi, bombacıyı teşhis etti, bağırdı ve ölü sayısını azalttı.
Yani, uzman birileri onu erken teşhis edecek ve sessizce durduracak.
Ek olarak ‘jammer’ da gerekli. Sonuçta, 2 ateşleyici düzenek var genelde.
Bunu, ilk kezinde becermek zor ama bir kez becerildi mi canlı bomba yöntemi orta vadede sıfırlanır.
Ulusal polisler, Dünya’sal denek olmak istemeyebilirler belki.
O zaman bakmayı ve görmeyi bilenlere tüm kenti izlettirin.
Artı, önceki canlı bomba kamera kayıtlarını incelettirin.
Ortak yanlar belli:
Diğerlerinden farklı devinen, salınan ve yönelen biri veya birkaçı.
Deneyin başaracaksınız, eminim.
Dipnot:
Tabii ki antrenman ve deney, en iyi öğreticidir. Örtüyü yapın ve sivil yaşamdan önce, askeri olarak deneyin. Hızı ölçün. Refleksleri ve sürprizleri açık bırakın.
Ciddi oyun oynayın yani.
Gerekirse de, ufak tefek fireler verin bunun için.
Sonra da, isterseniz İsrailliler için kullanmazsınız, olur biter.
(21 Mart 2016)
Aile Türleri
ABD tipi aile çeşitleri, ‘USA Almanac’a göre şöyle:
Çocuksuz kadın tek, çocuksuz erkek tek, bekar anne, bekar baba, büyükanne-büyükbaba tipi aile (4 çeşidi olabiliyor), olağan aile, dul anneli aile, dul babalı aile, eşcinsel anababalı aile / hane (kadın-erkek eşcinsel aile ayrımı yok), (Los Angeles için) biseksüel aile (poliseksüel ayrımı yok), 18 yaş altı çocuk grubu, diğer.
Türkiye’de geleneksel ailede 3 veya 4 kuşak birarada yaşardı eskiden. Köylerde hala sürüyor ama kentlerde kalmadı. Çekirdek aile var şimdi.
En sonki Medeni Kanun momentinde, eğer değişmediyse, ayrı evlerde yaşayan nikahlı karı-koca ve aynı evde oturan nikahsız erkek ve kadın olarak aile kabulleri var.
Bekar evleri ve pansiyonları var.
Büyükkentlerde tek yaşayan kadın ve erkek oranı % 5’i geçti.
Resmen yok sayılsa da, bildiğimiz imam nikahlı aile tipleri var. Kuma kentlerde kalmadı.
Dikkati çekmese de, yabancıların 10 kişilik göçmen-işçi aileleri var.
Bu 2 kültür tipini bilerek birarada irdeledik. Dünya’da böyle belki 100 (yazıyla yüz) tip aile kültürü var.
Ancak nedense:
Hepsi kutsal aile.
Faşizmde, komünizmde, ateizmde, şeriatta...
Dünya’nın 7 milyarının 4’ü boş yereymiş ne gam...
50 yıl çocuk doğmasa ne gam...
Norveç ve İsviçre, doğmamışlara maaş bağlayabilecek kadar zengin 1. Dünya’da...
Onlar üremiyorlar ve aile kurmuyorlar, 3. ve 4. Dünya haldır haldır fare gibi ürüyor.
Sonra da gelsin Neo-Kavimler Göçü...
(20 Mart 2016)
Önemli olan ‘İbneyim’ diyebilmek!
Doğruları yanlış kişiler dilegetirmeyecek.
Enformasyonun kurallarından biri bu.
Yukarıdaki sözü, Beşiktaş Belediye Başkanı Murat Haznedar etmiş.
Ne için etmiş?
Kendisine ‘Fetöcü’ deniyormuş.
Bu lafı nerede etmiş?
Fetöcü sayılan ‘Nokta’ dergisine.
Kim etmiş?
Armağan Çağlayan’a.
Tam, törlerle sağırlar, birbirini ağırlar, durumu.
Devam etmiş kendisi:
“CHP'li Beşiktaş Belediye Başkanı Murat Hazinedar, kendisi hakkındaki cemaatçi iddialarını cevaplarken, "Adama ibne diyorlar, şunu bunu diyorlar da ne var bunda FETÖ'cü demişler. Önemli olan ben ibneyim diyebilmek. Siyetçiysen aykırı figürsen her şeyi söylerler" dedi.”
Dediğiyle yaptığı birbirini tutmamış.
Cemaatçi mi, değil mi?
Hesapça, doğrudan konuşuyor ama bunu yanıtlamamış. Lafı evirip çevirmiş.
Armağan Çağlayan ise, medya ünlülerinden.
Paparazziye varmadan, sansasyonu geçince, durumunda.
Başkan, CHP’de siyasal ensest olduğunu da söylemiş.
Bununla tam neyi kastettiği belli değil ama daha çok, kimin eli, kimin cebinde, durumunu imlemiş olsa gerek.
Bazıları için ise siyaset, tam da ve yalnızca bu.
Buradan anladığımız ilk şey, kendisinin 2019’da aday gösterilmeyeceği.
Gersi ise şu gerçek:
Bir Beşiktaş belediye başkanı ile Çağlayan’ın farkı yok. İkisi de geçici ünlü. Kam sürüyorlar işte.
Tencere ve kapak birbirine yakışmış.
(21 Mart 2016)
Cahil halka daha çok güveniyorum!
E tabi olağandır, cahil halkı kerizlemek çok kolaydır.
Onlar da yöle yapıyorlar zaten.
Peki, yukarıdaki inciyi kim döktürmüş acaba?
“Sebahattin Zaim Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Bülent Arı, okuma oranı arttıkça, kendisine afakanlar bastığını söyledi ve cahil, okumamış halka daha çok güvendiğini belirtti.”
Diyene bak:
Profesör.
Nerede demiş bunu:
Cumhuriyet TV’de.
Diğerleri de böyle düşünüyor ama bu kadar pervasızca bunu dilegetiren ilk o olmuş.
Sonuncusu da olur herhalde.
Terör olaylarında ölen Museviler’e sevinen AKP’li sıkmabaşlı kadının partiden ihracı gibi, onu da hall ederler yakında.

(21 Mart 2016)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder